İLK MİTOS YAZARLARI 1. BÖLÜM: HOMEROS

Bu yazıda Homeros'u Azra Erhat'ın İlyada önsözü ve Bertrand Russell'in Batı Felsefesi Tarihi İlkçağ adlı eserleri ışığında çözümleyeceğiz. Homeros'un kim olduğundan, eserlerindeki işleyişten ve filozofların gözündeki yerinden bahsedeceğiz. Keyifli okumalar.


Jean Auguste Dominique Ingres, Apotheosis of Homer, 1827


HOMEROS


Homeros, Batı uygarlık tarihinin ilk büyük şairidir. "Ilias" olarak bilinen iki destanı, İlyada ve Odysseia, Yunan mitosunun ana kaynağı olarak kabul edilir. Bir de ona atfedilmiş "The Homeric Hymns" (Homerik İlahiler) vardır ancak üslup ve ölçü benzerliklerinin yalnızca öykünme olduğu söylenebilir. İlyada ve Odysseia onu bakımından birbirini tamamlayıcı niteliktedir: İlyada'da Truva savaşının onuncu yılına ait elli iki günlük bir zaman dilimi işlenirken Odysseia'da bu savaşa katılmış bir kahraman olan İthake kralı Odysseus'un eve dönerken yaşadığı maceralar anlatılır.


Mitler içinde bulundukları toplumun değer yargılarının cisimleşmiş halidir. Taşıdıkları olağanüstülüğün altında nesillerin gelenek ve görenekleri içselleştirmesi bakımından büyük bir rol oynarlar. Bu açıdan mitler had safhada eğitici bir işleve sahiptir. Antik Yunan'da Homerik şiirler dört yüz yılı aşkın bir süre boyunca müfredatın yapıtaşı olmuş, gençler eğitim süreleri boyunca "ulusal şair" Homeros'un dizelerini ezberlemişlerdir. Yalnız inanç ve ahlak bakımından değil ekonomi, siyaset ve savaş sanatlarında da yol gösterici kabul edilen bu destanların yarattığı etki Antik Yunan ile sınırlı kalmamıştır. Helenistik Çağ'da bilginler Homeros'un izini sürmüş, Ozan Vergilius, "Aeneas" adlı destanında Roma'nın kuruluşunu doğrudan İlyada'nın karakterlerinden biri olan Aeneas'ın macerasına dayandırmış, Büyük İskender yastığının altında İlyada ile uyumuştur.


Kimliği muamma Homeros'un ortaya koyduğu iki eser yazım dili bakımından birbirine benzemediği için hakkında literatüre "The Homeric Question" (Homeros Problemi) olarak geçmiş büyük tartışmalar çıkmıştır. Bugün kendisinin hiç olmazsa bir portresini çıkarabilmek adına M.Ö. Sekizinci Yüzyıl'da yaşamış, Sakız Adası sakini, İzmirli ve iki gözü de görmeyen bir ozan olduğu varsayılıyor. 


Homeros Problemi


"Hellen uygarlığının göze çarpan ilk ürünü Homeros'tur. Homeros hakkındaki her şey tahmine dayanıyor. En çıkar yol, onun tek bir kişi olmaktan çok bir şairler dizisi olduğunu kabullenmek." (Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi İlkçağ, sf. 111)


Homeros Problemi'nin iki farklı dönemde geçen tartışmaları kapsadığı söylenebilir. Helenistik Çağ'da İskenderiye Kütüphanesi Homeros'u araştıran bilginlerle dolup taşıyordu, bu araştırmalar öylesine detaylandırılmıştı ki Azra Erhat'ın söylediğine göre filoloji bilimi buradan doğmuştu. On dokuzuncu yüzyılda akademide bu sorun tekrar patlak verdi. Sorulan sorular basitçe şunlardı:


  1. Homeros kimdir?
  2. İlyada ve Odysseia tek bir ozanın elinden mi çıkmıştır yoksa aynı geleneği takip eden birden fazla ozanın ürünü müdür?
  3. Efsaneler kim tarafından, hangi dönemde, nerede ve hangi koşullarda derlenmiştir?
  4. Homeros'un anlattığı gelenekler ne kadar güvenilirdir?

Soruların çıkış noktası Homeros'un anonimliği kadar İlyada ve Odysseia'daki konu bütünlüğüne zıt düşen üslup farklılığıdır. Kendi okuma deneyimimden yaptığım çıkarımlardan birini örnekleyecek olursam: İlyada'daki düz anlatımla birlikte zamanda geriye gidilmek istendiğinde "yineleme" yöntemi kullanılır. Örneğin İris iki kişi arasında ulaklığını gerçekleştirdiğinde kendisine söylenmiş dizeleri tekrardan görürüz. O kişi bunu bir daha anlatıyorsa dize üçüncü kez tekrar eder. Bu örneği netleştirmek için İlyada II 5-75'e bakmak yeterlidir.


John William Waterhouse, Júpiter y Tetis, 1811

Olayların en başında Akhilleus, savaştan ganimet olarak aldığı kadın köle Briesis'e Agamennon'un el koymasına çok gücenir ve bir tanrıça olan annesi Thetis'e yakarır. Oğlunun gözyaşlarına dayanamayan Thetis, oğlunun onurunu yeniden kazanması için Zeus'un ayaklarına kapanır. İkinci bölümün başında Zeus'u gözüne uyku girmez bir şekilde bu sorunu nasıl halledebileceğini düşünürken görürüz. En sonunda Zeus, Agamennon'u kandırmaya karar verir ve Düş'e şöyle seslenir:


"Kalk git, Akhaların tez giden gemilerine, uğursuz Düş,

Atreusoğlu'nun barakasına var,

buyurduklarımı tamamı tamamına ona söyle.

Hep birden zırh giymelerini buyursun gür saçlı Akhaların,

alacaklar Troyalıların koca ülkesini şimdi hemen,

Olympos'taki tanrılar arasında kalmadı ikilik

uydu hepsi Here'nin dileğine,

verecek Zeus Troyalılara acılar."


Düş, Zeus'un emrini hemen yerine getirir ve Akhalar arasında saygın biri olan ihtiyar Nestor'un kılığına girerek Agamennon'un rüyasına girer. Şunları söyler:


Atları iyi süren yiğit Atreus'un oğlu, uyuyorsun demek,

kurultayda öğüt veren, orduları yöneten,

bunca işi gücü olan adamın

yaramaz uyuması bütün gece.

Kulak ver, ezelden dinle beni,

Zeus'tan haberci geldim sana ben,

dertlenir uzakta senin yüzünden, çok acır sana.

Hep birden zırh giymelerini buyurur gür saçlı Akhaların,

alacaksın Troyalıların koca ülkesini şimdi hemen,

Olympos'taki tanrılar arasında kalmadı ikilik

uydu hepsi Here'nin dileğine,

verecek Zeus Troyalılara acılar.

Kafana koy sen bunu iyicene, unutayım deme sakın

bal gibi tatlı uyku uzaklaşınca senden."


Sonrasında Agamennon uyanır ve alelacele kurultayı toplar, gördüğü rüyayı anlatır. Aradan yalnızca bir sayfa geçmesine rağmen kalın yazılmış kısımları birebir tekrarlar ve aynı dizeleri üç sayfada üçüncü defa okuruz. Bu tekniğe (?) destan boyunca sık sık rastlanır.


İlyada'da belirgin bir ana karakterin varlığından söz edilemez. Savaşı başlatan Helen'in Menelaos'u aldatarak Paris ile birlikte Troya'ya kaçmasıdır ama anlatılan hikaye esasında Akhilleus'un yerle bir olmuş gururu yüzünden savaşa katılmayı reddetmesi ve bunun Akhalar ile İyonyalılar arasındaki savaşın gidişatına yaptığı etkidir. Ne var ki Akhilleus destanın neredeyse sonlarına dek pasif bir şekilde kulübesinde kalmayı sürdürür. Günümüz kurgularında alışılagelmedik bir yol izlenmiştir.


John William Waterhouse, Ulysses and the Sirens, 1891


Odysseia'da ise birbirine paralel ilerleyen iki hikaye anlatılır, bu bağlamda iki ana karakter olduğu söylenebilir: evine dönmeye çalışan Odysseus ve bir yandan babası Odysseus'u arayan, bir yandan evdeki taliplerin kötülükleriyle uğraşan oğlu Telemakhos. Öykümüz olayların başından değil ortalarından başlar ve bizzat tanık olmadığımız kısımlarda neler olduğunu Odysseus ve Telemakhos'un gittikleri yerlerde karşılaştıkları insanlara maceralarını uzun uzun anlatmaları ile öğreniriz. Üstelik bu da kronolojik sıra ile gerçekleşmediği için farklı zaman dilimlerini kafamızda birleştirerek hikayeyi bir düzene oturtmamız gerekir. Bu o kadar ustaca yapılmıştır ki okuyucunun kafasını karıştırmak bir yana merak duygusunu kamçılar ve adeta bir zihin egzersizi işlevi görür. Günümüzde bu tarz çapraz kurgular, zaman oyunları vb. kotarıldığı vakit eserin kalitesi üzerinde muazzam olumlu etkide bulunuyor. Bu bağlamda olay örgüsü deus ex machine unsurunu yok saydığımızda bugünün filmlerinden pek de farklı değildir, hayretler uyandıran bir şeydir bu.


Özetle dağınık yapısından ötürü İlyada'yı okumak zor bir iş sayılabilirken Odysseia'nın günümüz modern anlatısına çok daha yakın, derli toplu bir tarzda yazıldığını söylemek mümkündür. Aynı zamanda bu iki eserin arasında minimum elli yıllık bir tarih olduğu belirlenmiştir. Ölçüler, benzetmeler, motifler bakımından birbirlerine benziyor oluşları ise onları aynı ekolden ozanların kaleme almış olması ile açıklanabilir. Nitekim bugün akademik çevrelerce de kabul gören İlyada ve Odysseia'nın yazarlarının aynı olmadığıdır. Yine de biri çıkıp "Biri ozanlığının ilk yıllarında, öteki ustalık zamanlarında ortaya konmuş olabilir," dediği zaman ne denebilir ki? Bu sorulara kesin olarak bir yanıt bulunabildiği söylenemez; yola bazı varsayımlar ile devam edilse de tartışma sonlanmış değildir, sadece -belki de- gerçeğin asla bilinemeyeceğinin kabulüyle sönümlenmiştir. 


Belki de Homeros'u insanlığın ortak mirası, anonim bir dünya vatandaşı, çağının ozanlarının simgesi olarak kabul etmek ve pek kafa yormamak en mantıklısıdır.


Homeros'un Tanrıları


William Kent, The Banquet of Gods,  1719-20

Binyıllar boyu inancın geldiği noktanın bugününde duran insanlar olarak, kültürümüzün hakim paradigmaları doğrultusunda bir tanrıdan beklentimiz ne olabilir? Günümüzün baskın dinleri pek çoğumuzun inançla dinlediği tek bir şarkıyı söyler: O, tüm sıfatların en yüce formlarına sahiptir. En hakiki, en iyi, en doğru, en bilen, en güçlü. İnsan dünyası ile onun dünyası arasında devasa bir duvar vardır, o duvarı peygamberler dahi görece aşabilmiştir. İnsan bu kusurlu dünyanın bir parçası olan kusurlu bir varlıktır ancak bu dünyaya kanmaz, doğru yola gitmekten vazgeçmez ise öldükten sonra kusursuz dünyadaki tanrının cennetinde sonsuza dek mutlu yaşayabilir.


Antik Yunan'ın tanrıları had safhada antropomorfiktir. Uyurlar, sevişirler, savaşırlar. Ekmek yerine ambroisa yer, şarap yerine nektar içerler. Dünyayı yaratmamışlardır, yalnızca yönetirler. Bunlar bizim imgeleyebildiğimiz o tek tanrıdan çok farklılardır, yine de Yunan panteonu bütün batı medeniyetini derinden etkilediği için bu tarz tanrı imajlarına yabancı olduğumuz söylenemez. Yine de bunların halk tarafından içtenlikle kabul edilmiş, ozanlarca ezgiye dökülmüş ortak inanışlar olduğunu hayal etmek bir bakıma inanılmaz iken bir bakıma son derece akla yatkın. Doğaya içkince bağlı, doğan güneşten akan suya dek her unsura bir kişilik ve ruh katan bu anlayış sayesinde tanrılar dünyası ile insanlar dünyası iç içe geçmiş; insanın bereketinden felaketine dek her şeyin sebebi olmuştu.


Antin Yunan tanrılarının yanında bir de Homeros'un tanrıları vardır. Onları ayrıca belirtme sebebim Homeros'un betimlediği tanrıların yalnız biçim bakımından değil kişilik bakımından da had safhada insancıl olmasıdır; birazdan değineceğim üzere, o dönemde yaşayan sıradan halkın inançlarını yansıtmayacak şekilde üstelik. Onun anlatılarında Tanrıların insanlardan ayrılan tek yönü ölümsüz olmaları ve birtakım doğaüstü güçlerinin olmasıdır. Yukarıda belirttiğim gibi dünyayı yaratan onlar değildir, soylu sınıfının üzerinde bulunan en üst kademe gibilerdir. Ve hiyerarşik olarak en yakın oldukları soyluların dünyasıyla ilgilenirler onlar; toprak o yıl bereketli olsun, kuraklık ekinlerini mahvetmesin diye onun adına ritler gerçekleştiren köylü sınıfı umurlarında değildir açıkçası. Yanısıra aşık oldukları kişileri kaçırıp tecavüz ederler, kıskançlık yaparlar, sürekli kendilerine tapınılsın isterler, keyiflerini kaçıran kişinin yalnız kendisinin değil bütün soyunun başına felaketler yağdırırlar. Köylü sınıfı için bolluk ve bereket sembolü, adaletin sağlayıcısı olan bu tanrılar Homeros'un dilinde soylu sınıfına özgü açgözlülük ve sağduyusuzluğun nirvanasına ulaşmıştır.


Gavin Hamilton, Achilles dragging the body of Hector around the walls of Troy, ?


Yetmez gibi Homeros'un ele aldığı insanların da tanrılardan aşağı kalır yanı olduğu söylenemez. Helen kocasını Paris ile aldattığı ve binlerce insanın ölümüne sebep olduğu halde yalnızca Zeus'un kızı olduğu için tekrardan Sparta kraliçeliğine devam etmemiş midir? Akhilleus ölmenin ve öldürmenin tabii olduğu savaş ortamında sırf en yakın arkadaşını öldürdü diye Hector'un cesedini günlerce at arabasının arkasında sürüklemek gibi bir saygısızlık yaptığı halde yalnızca tanrıdan doğma olduğu için erdemli biri olarak gösterilerek yüceltilmemiş midir? Her şeyden önce Akhaların lideri olan Agamennon, tüm tarihi korkunç ve onursuz suçlarla dolu Pelops ailesine mensuptur. Bu soyun laneti Tantalos'un çocuğunu pişirip tanrılara yedirmesi ile başlamış, Agamennon kendi kızını tanrılara kurban etmiş, sonra da karısı ve karısının sevgilisi tarafından öldürülmüştür. Oğlu Orestes ise annesini öldürerek bu laneti sürdürmüştür. Bakıldığında, kılık değiştirmiş Odysseus kendisini canı gönülden seven dadısı kim olduğunu anladığında çenesini kapamazsa onu öldürmekle tehdit etmiştir. Uzatmaya gerek yok. Homeros'un kurduğu dünyada köylüler, hizmetçiler yalnızca figürandır; aslolan tanrılar ve soyluların dünyasıdır. Ne tanrılar ne de soylular erdemli davranışlar sergilerler.


Homeros Problemi'nde sorulan sorulardan biri geliyor aklımıza: Homeros'un bize anlattığı gelenekler ne kadar güvenilirdir? Çünkü her yıl hasat zamanı geldiğinde Büyük Tapma adı verilen şenliklerde o yıl aç kalmamak için Demeter'e yalvaran, Dionysos adına düzenlenen çılgın ritlerde ekmek kadar önemli şarabın tanrısını kutsayan, adaletsizlik karşısında Zeus'a yalvaran köylülerin tanrıları şüphesiz böyle niteliklere sahip değillerdi. İşlerini güçlerini bırakıp soyluların ne yaptığını izlemezlerdi. Onların sefil yaşamlarında sığınabilecekleri tanrılar adaletli ve yüce gönüllü olmak zorundaydı. Bir sonraki bölümde anlatacağım Hesiodos'ta Zeus'un adeta semavi dinlerin tanrısına benzer şekilde resmedilmiş olması ile Homeros'taki çapkın ve babacan Zeus'un zıtlığı dahi bize çok fazla şey anlatıyor aslında.


Felsefenin Gözünde Homeros



Rembrandt - Aristotle with a Bust of Homer
Homeros metinlerinin tartışılması presokratik doğa filozofları döneminde başlamıştır. Bu kişilerin şair-filozof olduklarını düşünürsek ozanların ozanı kabul edilen, eserleri eğitim sistemini belirleyen Homeros'a bakış açılarının hayranlık dolu olduğunu anlamamız güç olmaz. Onlar, İlyada ve Odysseia'yı salt olayları anlatan kitaplar olarak ele almak yerine alegorik yöntem üzerine kafa yorarak detaylı çözümlemeler yapmışlardır. Vardıkları sonuçlar bu metinlerin görünenin dışında anlamlar taşıdığı, "şey"leri başka "şey"lerle anlattıkları ve bu bağlamda Homeros'un ilk alegorist olduğu idi. Kimi filozoflar fiziki alegoriler üzerinde duruyor; Hephaistos'un ateşi, Poseidon'un suyu temsil etmesi gibi bütün tanrıların doğanın elementlerini ve işleyişini temsil ettiğini söylüyordu. Kimileri ise ahlaki alegoriler üzerinde duruyor, Homeros eserlerinin gizli bir şekilde didaktik olduğunu savunuyordu.


Esasında ilk filozofların bu tutumları sayesinde mitoslar günümüze kadar canlılığını kaybetmeden gelebilmiştir. Anlatılan tansıkların "gerçek" olduğuna inanılmadığı noktada içlerinde taşıdığı mesajlardan dolayı aktarılmaya devam ettiler, hatta bu rasyonalize ediş ve yeniden üretim sayesinde zorunlu olarak birtakım değişikliklere uğramakla birlikte daha büyük anlamlar kazandıklarını söylemek yanlış olmaz. Bugün anlattığımız masalların tümü alegorik değil midir?


Ne var ki Sokrates sonrası insan odaklı filozoflar bizim bir üst bölümde bulunduğumuz irdelemeleri başlatmış; insanlara tanrıları yanlış anlattığı ve onları ahlaksızlığa teşvik ettiği gerekçesi ile Homeros'u yerden yere vurmuşlardı. Pek çok filozoftan söz edilebilse de başlarında Platon gelir herhalde. O, bütün taklitçi sanatların gerçeği tahrip ettiğini öne sürer ama Homeros ve onun izinden giden ozanlara ayrı bir nefret duyar. Öyle ki, Devlet'in ikinci kitabında görülebileceği üzere Homeros'u (ve arada kaynamış zavallı didaktik, toplumcu-gerçekçi Hesiodos'u) ideal devletinden sürgün etmiştir. Bunun gerekçelerini ise şöyle sıralar:


  1.  Homeros ve Hesiodos'un tanrıları kötü davranışlar gerçekleştirir ve insanların başına gelen kötülüklerin kaynağı olarak gösterilir.
  2.  Homeros ile Hesiodos'un okuyucu ölümden korkar bir ruh haline sokar. Platon, gençlerin savaşta ölme isteğiyle dolduracak şekilde eğitilmesi gerektiğini söyler. 
  3.  Homeros mutlu tanrıların bastırılamaz kahkahalarından söz eder, bu da terbiye gereği yüksek sesle gülmemesi gereken çocuklara kötü örnek olur.
  4.  Homeros gösteri ve şölenleri över; tanrıların cinsel tutkularını anlatır. Bunlar da tutumlu ve ılımlı olmaya engel olur.

Bu maddelerden anlaşılabileceği üzere Platon; yaşadığı dönemde ders kitabı olarak okutulan İlyada ve Odysseia'yı toplumdan da evvel, yetişmekte olan gençler için son derece zararlı buluyordu. 

İyonyalı Xenophanes ise aynen şöyle söylemiştir:

"Homeros ve Hesiodos, çalma, zina, dolandırıcılık gibi ölümlüler arasında utanç verici ve aşağılatıcı bütün işleri tanrılara yüklemiştir. Ölümlüler, tanrıların kendileri gibi doğurulmuş olduğunu, kendileri gibi giysilere, ses ve biçime sahip bulunduğunu sanırlar. Evet, öküzler, atlar ve aslanların elleri olsaydı da resim yapıp, insanlar gibi sanat yapıtları ortaya koyabilseydi, atlar, tanrıları at, öküzler öküz· biçiminde yapacak ve tanrıların vücudunu yine kendi değişik biçimlerinde çizeceklerdi."


Herakleitos ise hızını alamamış bir sadist edasıyla şu cümleleri kurar: 


 "Homeros, defterlerden çıkarılıp kamçılanmalı."  


Öte yandan Sokrates sonrası felsefede Homeros tamamen nefret edilen bir figür değildi. Dilin yeni bir dünya kurma gücünü önemseyen, bu bakımdan Platoncu bir deyişle taklit sanatçılığını dışlamayan Sofistler için Homeros'un yaratıcılığı yüceltilmesi gereken bir şeydi. Bu düşüncenin en net anlaşılabileceği metni, ironik bir şekilde Platon'un Protogoras diyalogunda görürüz:


“Sofistlik eskilere dayanır, ancak ilk zamanlarda sofitstler küçümsenmekteydi. Bu nedenle Homeros, Hesiodos, Orpheus ve Simonides'in şiir adı altında ... boy gösterdiklerini gördüm."


Anlaşılacağı üzere burada Homeros'un alegorik anlatıları Sofizmin insanlar tarafından tepki topladığı bir dönemde öğretme eylemini gizli bir şekilde gerçekleştirmek zorunda olan bir Sofistin ozan kılığına bürünerek söz konusu destanları yazmasına bağlanmıştır.


Bu yazı Homeros hakkında tuttuğum bütün notların temize çekilmiş ve bir konsepte oturtulmuş halidir. Bilmenizin faydalı olacağı her şeyi içeren kapsamlı bir makale olduğunu umuyorum. Bir sonraki bölümde Hesiodos'u ve iki eserini Homeros ile kıyaslayarak inceleyeceğim.




Kaynakça
  1. Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi İlkçağ, Say Yayınları
  2. Homeros, İlyada, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
  3. Homeros ve Felsefe Tarihinde Alegorik Homeros Yorumları
  4. Platon Homeros'u Neden Sevmezdi?

Yorumlar