İnsanca, Pek İnsanca Bölüm I - İlk ve Son Şeyler Üzerine

"Karşıt eğilimi içinde hissetmek için adeta insanlıktan çıkmış olmak gerekmez mi?"


Nietzsche'ye göre tüm filozofların ortak yanılgısı; insanı aeterna veritas (bengi hakikat) olarak ele almalarıdır. Filozof felsefesini kurarken kendi yaşadığı zaman diliminde belli siyasi, dinsel vb. olaylar neticesinde biçimlenmiş insanı, sanki insan hep öyleymişçesine çıkış noktası olarak ele alır. Oysa insan bir oluşum ürünüdür, her şey oluşum ürünüdür; bugünün gerçekliği her dönemin gerçekliği olacak diye bir kaide yoktur.



Metafizik-


Metafizik ve sanat, mutluluk verici ve gösterişli hatalara büyük değerler biçer. Bu, alçak kültürün belirleyici özelliğidir. Yüksek bir kültürün belirtisi ise ilk bakışta belli olmayan, göze çarpmayan fakat kesinlik belirten hakikatlere değer verilmeye başlanmasıdır. Nasıl ki bir asır öncenin estetik ve entelektüel anlayışı bugünküyle aynı değilse, günümüzde de her geçen gün daha tinsel bir nitelik kazanan yaşamlarımız geçmişe göre belki daha çirkin gözüküyor ama bu, henüz onun güzelliğini henüz algılayamadığımız içindir.


İnsan, gerçeklik algısını hisleri üzerine kurmuştur. Yüreğinde tüm varlıklar içerisinden en önemlisi olma arzusu olduğu için gerçekliğini de evrenin merkezinde kendisi olduğu varsayımı üzerine inşa etmiştir. Öbür dünya kavramı dahi, insanın varlığını sonsuzlaştırma arzusu ile ilişkilidir. Nietzsche insanın gerçeklik algısında öteki dünya ile beden ve ruh ayrımını rüyalar gibi basit bir sebebe dayandırır. Uygarlığın başlarında insan, rüyalarında ikinci bir dünyaya yolculuk yaptığını zannetmiştir. Bedeni burada olduğuna göre, bu yolculuğu yapan ruhtur. Ölülerin rüyalarda görünebiliyor olmasından ise fiziksel varlıkları son bulmuş olsa da ruhsal olarak varlıklarını hala korudukları sonucu çıkarılmıştır. İşte insan metafiziği bu varsayımlar üzerine kurmuş ve binlerce yıl boyunca beslemiştir. Nietzsche metafizik dünyaya agnostik bir açıdan yaklaşır ve metafizik dünyanın var olma olasılığını yadsımaz. Bununla birlikte, metafiziğin ulaşılamaz ve kavranamaz niteliğinden dolayı insanın bütün hayatını kesinliğe kavuşturulamayacak bir ihtimale bağlı şekilde yaşamasını eleştirir.


Mantık, Dil ve Matematik-


İnsan, bu üç kavram aracılığıyla yalnızca bir şeyleri açıklamakla kalmamış; bunların insanlığı en yüksek bilgiye, hakikate götürdüğü sanrısına kapılmıştır. Oysa Nietzsche için bunlar yalnızca dünyayı birtakım şema ve sembollerle kavrama çabasıdır; bilmekten ziyade pratik ihtiyaçları karşılamaya yararlar ve insanlar tarafından uydurulmuş oldukları için gerçekliği yansıtmazlar. Örneğin dünyamızda kusursuz bir daire, mutlak bir büyüklük ölçüsü bulunmadığı halde matematikte vardır. Ve yanılgıdan türemişlerdir. Esasında var olmayan özler ve birimlerden oluşurlar. Kant, "Anlama yetisi yasalarını doğadan türetmez, bunları kendisi koyar," der. Bu, bir tasarım olarak insan dünyasına işaret eder. Gerçekten de; örneğin sayılar, bizim tasarımımız olmayan bir dünyada tamamen işlevsiz kalacaktır. Çünkü sayılar birden fazla aynı şey bulunduğu varsayımına dayalıdır -gerçekte aynı şey yoktur. En azından "şey"lerin bulunduğu varsayımından bahsedersek, Nietzsche'ye göre "şey" de yoktur. 


Rüyalar ve Kültürün İlişkisi-


Nietzsche uykudaki halimizi atalarımızın gündelik hali ile bellek yetersizliği noktasında ilişkilendirir. Ona göre ilkel insanlar zayıf, adeta sendeleyen zihinlere sahipti; durmaksızın hayal ile gerçeği birbirine karıştırıyor, hayallerden gerçeklikler yaratıyorlardı. İnsanlığın erken döneminde bu sanrılar o kadar yoğun bir şekilde yaşanıyordu ki bazen bütün halkları aynı anda etkiliyorlardı. Mitoloji bu şekilde ortaya çıkmıştı.


Uyurken ilkel insanların uyanıkken içinde bulundukları bir bellek yetersizliğinden muzdarip hale geliriz ve zihnimiz gerçek olmayan şeyler üretir. Ayaklarımızın yere basmamasından vücudumuzun yatay bir konumda oluşuna dek her şey zihnimizi tetikler ve beynimiz, bilincimiz kapandıktan sonra içinde bulunduğumuz olağandışı durumu açıklayabilmek için sebepler üretmeye başlar. Uyurken kulaklarımızın duyduğu bir çan sesi rüyamıza bir top atışı olarak girebilir ve rüyanın içinde olduğunun farkında olmayan biz, gürültünün kaynağının gerçekten bir top atışı olduğunu zannedebiliriz çünkü zihin, içinde bulunduğu sersemlikte bulduğu ilk sebebi gerçek kabul etme eğilimindedir. Bunun atalarımız ile bağı şudur: İnsan uykuda iken nasıl aklına gelen ilk sebebi, ne kadar saçma olursa olsun, sorgulamaksızın kabul ediyorsa ilkel dönemlerde de uyanıkken bunu yapmıştır. Zihin, bir şeyin nedenleri konusunda bulduğu ilk açıklamayı yeterli bularak kabul etmiştir. Rüya; insanın gün boyunca çok daha kompleks neden-sonuç ilişkileri kurduğu yüksek kültürden nihayet sıyrıldığı ve beynin binlerce yıllık bir alıştırma sonucunda zorlanmadan yapabildiği o "ilk nedeni sorgulamadan kabul etme"yi gerçekleştirebildiği bir dinlenme safhasıdır.


"Uykuda ve rüyada eski insanlığın ödevini bir kez daha yeni baştan yapıyoruz." 


 Gerçekliği Sorgulamak-


İnsan, benzerlikler kurarak bağlantılar oluşturma ve bunları bütünlük olarak algılama eğilimindedir. Örneğin ahlaki duygular bir bütün olarak algılanırlar fakat aslında ayrı ayrı düşünüldüklerinde, kendi içlerinde pek çok farklı şeyi ifade ederler. 


"Sözcüğün tek oluşu, nesnenin birliğini garantilemez."


Filozoflar dünyanın özünü ve görünüşünü "iç" ve "dış" kavramları ile tanımlarlar. Duygular, iç dünyaya konumlandırılmıştır. Duygular derinleştikçe kişinin dünyanın özüne indiği öne sürülür ancak esasında dünyada iç ve dış yoktur. Derinlik dediğimiz şey sadece karmaşık düşünce yapısından ibarettir ve biz derin kabul ettiğimiz için derindir, o kadar. Hakikate giden yolun kesinkes bir parçası değildir. Bir şey hakkında derin fakat yanlış bir düşünceye sahip olabiliriz; tıpkı gerçek olmayan bir şeye çok güçlü bir inanç besleyebilmemiz gibi. 


Yaşam ve deneyim, görünüş dünyası olarak adlandırılır. Bu dünyanın ilk akla gelen ve yeterli bulunan nedeni ise kendinde şeydir. Kendinde şey; Aristo'nun töz, Kant'ın numen olarak adlandırdığı; varsayımsal çünkü bilinç ve deney ile algılanamayacak, fenomenin ötesindeki bilinmesi imkansız olandır. Nietzsche'nin "her zaman görünüşler dünyasının yeterli nedeni olarak görülen kendinde şey" tabiri, yaratıcıya işaret ediyor olmalı. Filozoflar kendinde şey hakkında çıkarımda bulunabilme gayesindeyken katı mantıkçılar metafizik ile görünüş dünyasını keskin çizgiler ile ayırır ve çıkarım yapılmasını yadsırlar. Ne var ki ikisi de yaşam ve deneyimi kapsayan görünüş dünyasının, en başta da söylendiği gibi aeterna veritas olmadığı gerçeğini hesaba katmazlar; insan olup bitmiş bir canlı değildir, hala oluşum halindedir. Bundan dolayı yeterli neden/kendinde şey hakkında ne çıkarım yapılabilir ne de yadsınabilir. Kendinde şeyi yeterli neden olarak kabul ederek içeriye, öze ulaşabilmek adına yaşamın değerini reddederek iradesine karşı gelenler de; görünüş dünyasının sahte tasarımlar üzerine kurulu olduğunu ve bundan kurtuluşun ancak varlıktan kurtuluşla gerçekleşebileceğini iddia edenler de esasında hata yapmaktadır. 


Nietzsche bir gün bilimin bu kavrayışlarla başa çıkarak görünüş dünyasının insanlığın kurduğu bir yığın yanılgı ve hayal ürünü içerdiğini ortaya koyabileceğini; geçmişten beri süregelen alışkanlıklarımızı içeren bu tasarım dünyasından belki tamamen kurtulamayacağımızı, zaten insanlığın bunu pek istemeyeceğini ancak bu tasarımların kurulma sürecinin tarihsel olarak aydınlatabileceğini ve bize bu sürece birkaç saniyeliğine de olsa uzaktan bakabilme fırsatı verebileceğini söyler. 


"Belki o zaman idrak ederiz, kendinde şeyin Homerosvari bir kahkahadan fazlasına layık olmadığını: çok fazla şeymiş, hatta her şeymiş gibi göründüğünü, ama aslında boş, yani anlamının boş olduğunu."


Birkaç Basamak Geriye İnebilmek-


İnsan, batıl inançlarını bir kenara bıraktığı noktada yüksek kültür seviyesine ulaşmış olacaktır. Nietzsche için metafiziği aşmak, özgürleşmek ile yakından ilişkilidir fakat onun ilk adımıdır yalnızca; pek çoklarının yanılgısının aksine tamamı değildir. Bu yolculuk bir merdivenden çıkmaya benzetilirse, kişi basamakları çıktıkça özgürleşir ancak yalnızca o basamaklardan tekrar inmeyi başarabilirse insanlığın en iyi kazanımını elde edebilir. Burada anlatılmak istenen şey, yolculuğu tamamladıktan sonra en geriye dönerek bu defa bütüncül bir bakış açısıyla tüm bu sürece sebep olan tarihsel ve psikolojik yetkiyi kavramak, insanlığı bu noktaya neyin getirdiği üzerine düşünmek gerektiği gibidir.


Karşılaştırma Çağı-


Metafizik görüşlerin son bulması, insanlık için özgürleşmek gibi olumlu bir anlam ifade etmesinin yanında olumsuz sonuçlar da doğurabilir: Monumentum aere perenniusa (çağlar boyu kalacak anıt) inançsızlık. Metafizik, kişide insanlığın geleceğine yapacağı katkıların bengi yaşamında karşılığını alacağı inancını doğurur; metafizikten arınmış şekilde insan, yaptığı eylemin sonuçlarını hemen görmek isteyen doğasından ötürü insanlığı ileriye taşımak için çabalamaktan vazgeçip kısa ömrünü çok fazla dikkate almaya başlayabilir. Nietzsche için bu varılan kesin bir sonuç değil, bir olasılıktır. Geleneklerin yıkılmakta olduğu dönemde; metafizik çağ ile dünya yaşamının merkeze alındığı çağ birbirine çok yakın olduğu için oluşan kontrastta, yüksek kültür ilerleyen döneme neyin hakim olacağının kararını kendisi verecek. Nietzsche bunu karşılaştırma çağı olarak adlandırıyor ve bu deneyimin bir parçası olmayı hem acı hem de gurur olarak niteliyor. Ona göre; çağın insana verdiği gelenekleri yıkma görevi başarıyla tamamlandığı zaman orijinal halk kültürleri de karşılaştırma kültürü de gelecek nesiller tarafından saygıdeğer eski çağlar olarak anılacaktır.


İlerleme Olanaklıdır-


Nietzsche ilerleme konusunda optimist bir tutum sergilemekte birlikte ilerlemeyi zorunlu tutmaz. Eski kültürün savunduğu şekilde - Hegel'in ilerleme anlayışı - bir ilerlemeden de söz etmez. İnsanlık eski kültürü bilinçsiz ve rastlantısal bir şekilde gelişerek oluşturmuşlardı. Oysa artık, bunun farkında olduklarına göre, bilinçli bir şekilde gelişebilirler.

"Bu yeni bilinçli kültür, eski kültürü, bir bütün olarak bakılırsa bilinçsiz bir hayvan ve bitki yaşamını sürdürmüş olan kültürü öldürüyor; ilerlemeye duyulan güvensizliği de öldürüyor, - ilerleme o1anaklıdır."

Dinin karşıladığı manevi gereksinimler esasında kişi için zararlıdır çünkü onu bu dünyanın kötü ve azap dolu olduğuna, kurtuluşun öbür dünyada olduğuna inandırırlar. Bu inançlar değişmez değildir, zaman içerisinde zayıflatılabilir ya da tamamen ortadan kaldırılabilirler. Ne var ki doğrudan yıkım yarardan çok zarar verecektir. Nietzsche'ye göre geçiş aşaması olarak, insandaki manevi ihtiyaçları gidermesi amacıyla sanat kullanılabilir. Sonrasında gerçekten özgürleştiren felsefi bir bilime geçiş yapılabilir. 


Kötümserlik ve İyimserlik-


İyi ve kötü, tıpkı matematik gibi, yalnızca insanların dünyasında anlam kazanan kavramlardır. Dünyayı kötü bir yer olarak görmek de iyi bir yer olarak görmek de bu bağlamda mantıksızdır çünkü Nietzsche'ye göre iyi ve kötü kavramları bile aslında yoktur.  


"Küfreden ve yücelten dünya görüşünden her halükarda vazgeçmeliyiz."


Çiçeklerin Kokusuyla Esrimiş-


İnsan kendisini diğer hayvanlardan ne kadar yüksekte görürse dünyanın özüne dair bilgiye o kadar yakınlaşabileceğini düşünür. Bunu bilim ile gerçekten yapabilir. İnsan, bir şeyin özünü o şeyden yola çıkarak anlayabileceğine dair yanılgısı yüzünden sanat ve din kavramlarını ortaya çıkarmıştır. Sanat ve din için dünya tasarım yani yanılgıdır: anlam yüklü, mutsuzluğu ve mutluluğu barındıran, harika bir yerdir. Bilimin gözünden dünya ise kendinde şeydir; nahoş gerçekleri barındırır. Bu yüzden insanlar bilim yerine sanat ve dini tercih eder.


Çıkarımlar- 


İnsanlar genellikle mutluluk veren bir şeyin iyi, huzursuzluk veren bir şeyin kötü olduğunu düşünürler ki bu en yanlış çıkarımlardan biridir. Özgür tinli bazı kişiler ortadaki hatayı fark etmiş fakat ondan kurtulmaya çalışırken başka bir hataya düşmüş; bu defa da sıkıntı veren düşüncenin doğru, kendini kabul ettiremeyen görüşün iyi, mutluluk veren şeylerin kötü olduğu sonucuna varmışlardır. Oysa bu genellemeler bizi kesin bir doğruya götürmezler.


Mantıkdışı ve Haksız Olmak Zorunludur-


Mantıkdışı; sanat, din, felsefe, duygular gibi maneviyat içeren her şeydir. Doğruyu ve gerçeği yansıtmazlar. Mantıkdışını insandan koparmak mümkün değildir; en akıllı insan bile kimi zaman mantıkdışına ihtiyaç duyar. Yaşamın hakkındaki bütün değerlendirmeler mantıkdışı bir şekilde geliştirdiği için haksızdırlar çünkü değerlendirmede bulunurken ölçüt olarak değişemez bir büyüklüğü değil sürekli olarak değişebilen kendimizi kullanırız; antipati ve sempati şeklinde gelişebilen ön yargılarımız bunun en büyük kanıtıdır. 

"Biz daha en başından mantıkdışı ve bu yüzden adaletsiz varlıklarız ve bunu bilebiliriz: en büyük ve en çözülemez uyumsuzluklarından birisidir bu varoluşun."

İnsan yalnızca kendisi hakkında düşünmekten vazgeçip dünyayı geliştirebilecek insanların varlığından sevinç duyduğunda yaşamın değeri inanılabilir hale gelir ancak bu istisnai bir davranıştır. Pek çok insan için hayatın merkezinde kendisi vardır.

"Oysa insanların büyük bir çoğunluğu, yaşama fazla mızmızlanmadan katlanıyor ve böylelikle varoluşun değerine inanıyorlar ama tam da herkes kendi başına olmak ve kendini kanıtlamak isteyerek inanıyor buna, o istisna kişiler gibi çıkmıyorlar kendilerinden dışarıya: kişisel olmayan hiçbir şeyi dikkate almıyorlar bile ya da en fazla zayıf bir gölge kadar çekiyor dikkatlerini. Sadece bundan ibarettir sıradan, sokaktaki insanın gözünde dünyanın değeri, dünyadan daha önemli gördüğü için kendisini. Muzdarip olduğu büyük hayal gücü eksikliği, başka varlıklarla empati kuramamasına ve bu yüzden onların yazgısını ve acılarını olabildiğince az paylaşmasına neden olur. Bunları gerçekten paylaşmak isteyen kimse, yaşamın değerinden kuşku duymalıdır; insanlığın tüm bilincini kendi içinde kavrayıp hissetmeyi başarırsa, varoluşa lanet okuyarak çökecektir - çünkü bir bütün olarak insanlığın hedefleri yoktur. bunun sonucu olarak, insan tüm akışa baktığında, bir avuntu ve tutamak değil, kendi umutsuzluğudur orada bulabildiği. Yaptığı her şeyde insanların nihai hedefsizliğini görür, kendi etkinliği gözünde bir israf niteliğine bürünür böylece. Ne var ki kendini insanlık olarak (ve yalnızca birey olarak değil) tıpkı doğada israf edildiğini gördüğümüz tek tek çiçekler gibi israf edilmiş hissetmek, tüm duyguların üstünde bir duygudur. - Ama kimin yetisi vardır ki buna? Elbette sadece bir şairin: ve şairler her zaman bilirler kendilerini avutmayı."


Sonuç-


Nietzsche eleştirdiği şeyler dünyadan yok olduğunda oluşacak dünyanın bir yıkım felsefesini beraberinde getirip getirmeyeceğini sorgular. Ahlak ve din ortadan kalktığında, geriye sadece bilim kaldığında bilgi yalnızca acı ve haz, yarar ve zarar güdülerinin kalmasına izin verebilir; ne var ki bunlar mantıkdışı yanılgılar ile yakından ilişkilidir. Öyleyse ne olacaktır?

"Varılan kişisel sonuç olarak umutsuzluğu, varılan kuramsal sonuç olarak bir yıkım felsefesini beraberinde getiren tek bir düşünüş biçimi mi kalır geriye?"

Fakat mantıkdışı güdülerin arındırıcı bilgi yoluyla yavaş yavaş ortadan kalktığı ve çok daha basit ve coşkusuz bir dünya da söz konusu olabilir. Bu yeni dünyada insan artık kendisini doğadan ayrı ya da doğadan daha üstün bir varlık olarak görmeyecektir; övgü, suçlama, kıskançlık içine hapsolmak ve diğer insanlarca değerli bulunan şeyleri kaybetmekten korkmak yerine yalnızca daha fazla bilmek için yaşayacaktır. Doğanın bir parçası olmak, geleneklerden arınmış olmak onun için yeterli olacaktır.

"Bu durumdan duyduğu sevinci seve seve paylaşır ve belki de yoktur paylaşacak başka şeyi, - yani bir yoksunluk, bir vazgeçme daha içeren bir şeyi. Yine de ondan daha fazlası istenirse, kafasını anlayışla saliayarak kardeşine, özgür eylem insanına işaret edecek ve belki biraz da alay etmekten geri kalmayacaktır: çünkü onun "özgürlüğü"nün kendine özgü bir niteliği vardır."

 


I. bölümün sonu. 



Yorumlar