Bir Kızılderili Hikayesi ve Rahibin Şamana Yenilişi

Ruh hafızamın karanlıklarında, hala benimle atalarım. Onları canlandırıyorum; anlamlandıramadığım korkularımda, bastırmak zorunda olduğum öfkelerimde, çabasızca uyum sağlayabildiğim her ritmde. İnşa edilmiş bu dünyada her şeyin onların kalıntıları olan simgeler ve onlarca anlatılmış hikayeler olduğunun farkında değil miyim? Ben, yalnızca bana miras bırakılan çarpık oyunları oynuyorum.




"Eskiden fakir bir Kızılderili vardı. Kendisinin ve ailesinin karnını doyurmakta güçlük çekse de sahip olduğu her şey için Büyük Ruh'a şükran duyuyordu. Kişilikçe kendisine benzeyen, duygusal ve düşünceli oğlu Wunzh; Ke-igniş-im-o-win töreni için uygun yaşa gelmişti. Wunzh hayatı boyunca kendisinin kılavuzu olacak ruhu bulabilmek için inzivaya çekilerek oruç tutmalıydı."

Kuzey Amerika Kızılderilileri olan Ojibvalarda anlatılagelen bu hikaye, arkaiklerin önemli bir ritüeli hakkındadır. Ojibvalı erkek çocukları da, diğer avcı kabileler gibi, erginliğe adım attıkları on iki-on üç yaşlarında kendini keşfetme üzerine kurulu bir ruhsal yolculuktan geçerler. Uzak bir yere küçük bir kulübe inşa edilir, erkek çocuk günlerini insanlardan izole bir şekilde burada geçirir. İnzivada ziyarete gelen ruh ona hayatının geri kalanında üstlenmesi gereken görevi haber verir: sağaltma (şifacılık), avcılık, savaşçılık... Bu, tek sefere özgü bir ritüel olarak kalmak zorunda değildir. Kişi gücünün artması için oruç süresini uzatabilir veya oruçları aralıklarla tekrarlayabilir. Bazıları bu uğurda parmak boğumlarını koruyucu ruhlarına feda etmiştir; kimi Kızılderili erkeklerin ellerinde yalnızca ok ve yay kullanmalarına yetecek kadar parmak olması bundandır.


"Wunzh için evlerinin biraz uzağında küçük bir oda inşa edildi ve rahatsız edilmeden orada yaşamaya başladı. İlk günlerinde doğa yürüyüşleri yaptı ve bitkileri inceledi; bunların insan yardımı olmadan nasıl büyüdüğünü ve özelliklerini öğrenmek için büyük bir istek duyuyordu. Wunzh inzivasının sonunda kendisine, ailesine ve tüm halkına yararlı olacak bir şeyler keşfedebilmeyi umuyordu. "Elbette her şeyi Büyük Ruh'a borçluyuz," diye düşünüyordu. "Fakat beslenmek için hayvan avlamaktan daha kolay bir yöntem olamaz mıydı? Rüyalarımda bunu bulmaya çalışmalıyım.""

Kırk-elli kişilik küçük gruplardan oluşan avcı kabileler şansa dayalı besin kaynaklarına sahiplerdir. Şansları bireysel yetenekleri doğrultusunda artar; avcının hem psikolojik hem de fiziksel gücü onun akşam eve yemek götürülme ihtimali ile paraleldir. Şifacıların bitki dünyasında uzmanlaşabilmek için hevesli olmaları gerekir, savaşçılar kabilelerinin ününü artırmak için doğuştan mücadeleci bir ruha sahip olmalıdır. Herkes kendini en iyi şekilde tanımalı ve kendisine buna göre bir yol çizmelidir. Dolayısıyla sistemin çarklarından bir süreliğine çıkıp iç dünyasını keşfetmesi yararlı bir eylemdir. Bu sayede zayıflıklarını törpüler, gücünü artırır ve atladığı ruhsal eşik sonunda onu daha faydalı biri haline getirir. Wunzh'un babası onun için bir kulübe yaptı ve yolunu kendisinin çiziyor oluşuna saygı duydu. Arkaik avcıların bireysellikleri ruh anlayışlarında da görülebilir: Kişi inzivası boyunca arzu ve isteklerine yoğunlaşır, geceleri rüyalarına gelen ruh onun kişiliğini tahlil eder ve onu buna göre yönlendirir. Herkesin yardımcı ruhu kendisine özeldir, bir başkasına görünmez. 

Bitki yetiştiriciler işlerini şansa bırakamazlar. Tarım köylerinde gerçekleştirilen ritüellerin yalnızca ekinlerin verimliliği artsın diye yapılan büyüler olduğunu düşünmek çok kısıtlı bir bakış açısının ürünüdür. Tüm ritüeller takvimdir. Ürünlerin ekiminden bakımına dek her şeyin hassas zamanlamalara dayanması; yaşamak için bireyin topluma, toplumun da takvime sıkı sıkıya bağımlılığını zorunluluk haline getirir. En temelde zincirin en iç halkası olan bireysellik yok edilmelidir. Tarımcı örgütlenme, ahlak düzeni, tören ve mitolojilerin ortak kaygısı ve ereği her zaman bu olmuştur. Bu bağlamda ritüellerin zaman takibi dışında bir diğer hayati işlevinin bireyi kendi iç dünyasına dönme itkisinden alıkoymak olduğu söylenebilir. Tarımcı ritler Wunzh'un deneyimi ile kıyaslandığında had safhada kolektiftir. Katılımcıların ezbere dayalı ve karmaşık pek çok adımı kusursuz takip edebiliyor oluşunu gerektirir. Kişi ritüel esnasında daha büyük ve yüce bir bütünün parçası olmaktan öteye gitmez. Kendisine atanmış görevi düşünmeden gerçekleştirmeli, toplumunu kendisinden yukarıda konumlandırmalıdır. Toprağa düşüp ölen ama böylece yaşam veren buğday tanesi gibi kişiliğini daha yüce bir erek için feda etmekten çekinmemelidir. Eğer çarktan dışarıya çıkmaya cesaret ederse beslenme, barınma, can güvenliği gibi bütün getirilerini kaybeder. Tüm bu operasyonun başında rahip vardır. Campbell'in deyişiyle onlar "Yalnız kalmak istemeyenlerin militan, acı çeken ve muzaffer kilisesi"dir.

Avcıların torunları, tarımcıların çocukları olan bizler için bugün hangi toplum yapısının ürünü olan bir düzende yaşadığımızı kestirmek pek de zor olmasa gerek. Kendime baktığımda yirmi beş yaşında huzursuz birini görüyorum; içimi görebilmek için gösterdiğim çaba Wunzh'unki kadar kabulleniliyor mu? Türdeşlerimin ruhunu gövdesinden söküp alan rahiplere anlayış göstermeliyim, yaşamak için bunu yapmak zorundalardı. Fakat bugünün rahiplerine sağduyulu yaklaşamıyorum. Puslu beyinli, bomboş bakışlı bu varlıkların dudaklarından dökülen her bir cümle beni ürkütüyor. Sağımda ve solumda, önümde ve arkamdalar. Militan, acı çeken ve muzaffer kiliselerine katılmak istemeyenleri dehşetle karşılıyorlar. Rahip gövdeden ruhu alıp parçalar ama erişilemez o yerdeki arkaiklerin hafızası orada kalır. Ve her zaman bunu hissedip peşinden gidenler olmuştur. Bazen deve, aslana dönüşür ve "yapmalısın" ejderhasının karşısına "istiyorum" diye kükreyerek çıkar.


"Wunzh orucunun üçüncü gününde güçten düştü. Bitkin bir şekilde uzanırken gökten inip onu ziyaret eden genç bir adam canlandı hayalinde: Parlak kıyafetleri yeşil ve sarı süslerle bezeliydi, başında sallanan tüylü bir sorguç vardı. Ziyaretçi "Gökteki ve yerdeki her şeyi yaratan Büyük Ruh tarafından sana gönderildim dostum; senin en büyük savaşçı olmak gibi hırslarının olmadığını, orucunu halkına iyilik yapmak gibi yararlı bir istekten dolayı tuttuğunu biliyor. Ben de sana nasıl iyilik yapabileceğini göstermek için geldim," dedi. Sonra da Wunzh'a kendisi ile güreşmesini söyledi. Wunzh oruçtan zayıf düşmüştü ancak yüreğinde cesaret vardı, kalkmak için kendini zorladı. Birkaç başarısız denemeden sonra ziyaretçi ertesi gün gene geleceğini söyledi, gülümsedi ve göğe yükseldi.

Ertesi gün sınama tekrarlandı fakat Wunzh gene ayağa kalkamadı. Yine de bedeni dünden daha güçsüz durumda olmasına karşın zihni aynı oranda kuvvetlenmişti. Bu defa ziyaretçi  "Yarın son sınaman olacak, gücünü toparla dostum. Çünkü beni yenmenin ve aradığın nimeti bulmanın tek yolu bu," dedi.

Sınamanın üçüncü gününde Wunzh artık kazanmak ya da yok olmak konusunda kararlıydı. Bedeni çok zayıf olmasına rağmen ruhu çok fazla kuvvetlenmişti. Bu defa güreş yapıldı ve yabancı, bütün gücünü kullanan gencin karşısında yenilgiyi kabul etti. "Bir erkek gibi dövüştün ve Büyük Ruh'a isteğini kabul ettirmeyi başardın," dedi genç adam. "Yarın orucunun yedinci günü olacak. Seninle son kez son kez güreşeceğim ve kazanacağını biliyorum. Beni yener yenmez elbiselerimi çıkar ve bedenimi otları temizlenmiş bir toprağa göm. Bunu yaptıktan sonra zaman zaman beni ziyaret et ve üzerimde zararlı otların büyümesine izin verme, ayda bir üzerime taze toprak ört. Bunları yaparsan amacına ulaşırsın."

Ertesi gün, orucun yedinci gününde, Wunzh'un babası ona yiyecek getirdi ve şöyle dedi: "Oğlum, yeteri kadar oruç tuttun. Kendini kurban etmemelisin, Yaşamın Efendisi bunu istemiyor." Fakat Wunzh yemek yemeyi reddetti. Babası bunu anlayışla karşıladı. Güneş battığında Wunzh yeni bir güç kazanmış olduğunu fark etti, gayreti gücünü artırmıştı. Meleğe benzeyen yabancı göründüğünde rakibini kolaylıkla yendi, öldüğünden emin olunca giysilerini çıkardı ve talimatlara uyarak onu toprağa gömdü. Sonra babasının evine döndü ve kendisi için hazırlanan yemekle karnını doyurdu.

Wunzh arkadaşının mezarını bir an bile unutmadı. Onu düzenli olarak ziyaret etti, üzerinde biten otları yoldu ve toprağı yumuşak tuttu. Böylece günler ve haftalar geçti. Yaz sona ererken, Wunzh babasını oruç tuttuğu kulübenin olduğu yere çağırdı. Eskiden kulübenin olduğu yerde uzun ve muhteşem bir bitki duruyordu. Parlak renkli ipeksi püskülleri ve sallanan sorguçları altın koçanlarla doluydu. "Bu arkadaşım!" diye bağırdı Wunzh. "O, bütün insanlığın arkadaşı Mondamin (mısır). Bak baba, işte bunun için oruç tuttum. Artık halkımız yalnızca avlanmak zorunda kalmayacak." Sonra babasına Mondamin'in kendisine mısır yetiştiriciliği hakkında söylediği her şeyi anlattı. Bütün aile mısır tohumlarıyla ziyafet verdi ve Büyük Ruh'a şükranlarını bildirdi. O günden beri insanlar mısır yiyor."

"Mondamin Efsanesi" başta da söylediğim gibi Ojibvaların bir mitosudur ve avcı toplum güneyli tarımcı halklardan öğrendiği mısır ekimini mitolojisine bu öykü ile yedirmiştir. Fakat bunun ötesinde mitos bize arkaik avcılar hakkında çok fazla şey söylüyor. Bedene acı çektirerek ruhu güçlendirmek, sayısız inanç sisteminde kendini gösteren bir düşüncedir. Beden aldığı her hasarda daha da güçsüz düşer, zaman içerisinde yaşlanır ve en nihayetinde çürür. Ruh ise bedenin genellikle gökyüzüne konumlandırılan "öteki" dünyaya ait ölümsüz Dioskur ikizidir. Bu ikilik en büyük korkusu olan yok oluşa sürekli yaklaşmakta olan insanoğlunun bedenini hor görüşünü doğurur; oburluk ve şehvet aşağılanır ve irade, en büyük erdem olur. Bedensel hazlardan ne kadar uzak durursa o kadar temiz olur ruh. Daha ileri düzeyde hazzın tersi olan acı yüceltilir; kendini kırbaçlatma, çivili yatakların üzerinde uyuma, pis şeyler yeme ve içme gibi uygulamalar görülür. Fakat arkaik avcılar Spinoza'nın panteizmine benzer bir kavrayış ile, bedeni de ruhu da varlığın iki farklı tezahürü olarak görürler. Oruç gene ruhu yüceltir ancak bu dünya için yüceltir. Wunzh kendini gereğinden fazla aç bırakınca babası onu uyardı ve "Yaşamın Tanrısı bunu istemiyor," dedi. 

Tarım toplumunda rahiplerin üstlendiği "metafizik dünya ile bu dünya arasındaki rehberlik" görevini avcı toplumda şamanlar üstlenir. Rahiplerin aşkıncı sezgilerinin aksine şamanlar büyü yapabilmek ve transa geçerek diğer boyutlara gidebilmek gibi doğrudan doğaüstü güçlere sahiplerdir. Onlar da oruç ritüellerinden geçerler fakat kişisel bunalımları Wunzh ile kıyaslanamayacak kadar ağırdır; semptomlar nevroz olarak bile değerlendirilebilir fakat bence durumlarını bir sanatçının yaratım krizine benzetmek daha doğrudur. Dönüşüm sürecinde hastalanan, vücudunda yaralar çıkan, ölmek üzereyken hayata geri dönen şamanların hikayesi anlatılır. Ancak onların da çektikleri acılar "nefis terbiyesi"nden ziyade ruhlarını bu dünya için güçlendirmek üzerine kuruludur. Nihayetinde kişi şamana dönüştüğünde hem içeriyi hem de dışarıyı kavrayabilen üstün bir bakış açısına sahip olacak, bu dünyayı sıradan birinden çok daha derin bir şekilde algılayabilecektir. Çünkü o dinsel örgüte toplumsal bir törenle üye olan, belirli mevkiler kazanan, herkesin tanrılarının memuru rahibin aksine toplumsal düzenin bekçi-polisi değil kendini kendi kendine bulan insandır.

İlkel halkların ölüme dair iki farklı anlayışı Leo Frobenius tarafından "büyü" ve "mistik" şeklinde adlandırılır. Frobenius'un araştırmalarına göre Afrikalı Avcılar için hastalık gibi sebeplerden doğan ani ölümler hiçbir zaman doğal sebeplere bağlanmaz, onların gerçekliğinde bunun sebebi büyüdür. Biri öldüğü zaman ruhu dünyada dolaşmaya devam eder ve kişi yaşarken ne kadar iyi ise ruhu o kadar kötü olacaktır. Bundan dolayı cesetler, ruhları içinden çıkamasın diye, sıkıca bağlanır ve büyük taşların altına gömülür. Bitki yetiştiricileri ise ölümü doğal bir süreç olarak algılar. Bir ölünün ardından şölenler düzenlenir, merhumu sevgiyle anarlar. Ölü toprağa gömülüp iyice çürüdüğüne emin olunur. Kafatası çıkarıp kırmızıya boyanır ve öteki akrabalarının kafataslarının bulunduğu özel bir bölmeye kaldırılır. Bu anlayışta kişinin ruhu "uçmuş" ve daha iyi bir yere gitmiştir. 

Avcı toplumlar; er ya da geç toplumsal örgütlenme konusunda daha üstün, edebiyatça gelişmiş bitki yetiştiricilerin mitoslarını içeriye davet etmek zorunda kalır. Burada karşılaşılan durum aslında üzücüdür çünkü daha derin bir kültürün daha yoğun bir kültüre yenilişini anlatır. Nihayetinde inzivaya çekilerek kendini arayan şaman; muzaffer kilisenin soytarısı olur. Anlamını yalnızca rahiplerin bildiği sayısız ritüeli gerçekleştirirken insan, deve bir türlü "istiyorum" aslanına dönüşemez artık. Daha da kötüsü, dönüşmek istemez. "Yapmalısın" ejderinin belirliliği iğrenç bir huzur verir ona. Karmaşıklığı ilerleme zanneder, övünür de övünür öldüğünü bilmediği tanrısıyla. Sürekli -mış gibi yapanların asla içselleştiremeyeceği bilgileri hafızasında tutmayı kişisel gelişim zannettiği, ezberlenmiş adımlarla dans edilen, kimsenin dönüp de içine bakmadığı huzursuzluk çağına hoş geldiniz.


 Belki bu hikayeyi bilmek değil de üzerine düşünmek önemliydi.


Şundan yararlanılarak yazıldı:

Joseph Campbell, İlkel Mitoloji Tanrının Maskeleri, İmge Kitabevi Yayınları

Yorumlar