Mayıs 16, 20:22

Başkalarını kandırabilmek değil de kendini kandırabilmek, insanın gerçekten takdiri hak eden kabiliyetlerinden biri. Her gece uykuya dalarken zihnin kurduğu, ertesi gün daha iyi biri olmaya yönelik tasarılar; güneş tepedeyken unut-muş gibi yapmalara bırakır kendini. Gecesinde yenilmiş olmanın getirdiği ağırlık hissi -yalnız gözler kapanmaya doğru giderken düşünmeye cesaret edebildiğin. Verilip de tutulamayan sözler, bir türlü adım atamamalar bağımlılık yapıyor. Sanki ilerlemek umurunda değil insanın, yalnız ilerleyecek-miş gibi yapmak istiyor. Öyle ki, ileriye eskaza bir adım atabilirse sanki bütün dünya ayaklarının altından kayıp gidiyormuş gibi nefessiz kalır. Bu benim gerçekliğimdi, şimdiyse yeni bir gerçekliğin içine giriyorum. Hayır, istemiyorum. Ve Sisyphos'un kayası gibi, tam yerini bulacakken geriye bırakıverir kendini. Sonrası o çılgınca mutluluk; evet, düşüyorum artık ve kimse beni tutamaz. Başladığımız noktaya döndüğümüzde yüzeye çıkmak için çırpınan balıklar gibi tekrardan deneyeceğiz -ama yüzeye çıkmak bizi öldürür, biliyoruz bunu. Gene de gökyüzünü ışık kırılmalarının ardından değil de apaçık görebilme fikrine saplandık çılgınlar gibi. Sisyphos olamamak ama onun kayası olmak, işte insan olmak buydu ve sadece bu.


Ben o kaya isem nasıl Sisyphos olabilirdim, beni iten ben bile değildim ki? Ama bazen kendimi ittiğim yanılgısına kapılıyorum. O zaman şunu sormam gerekiyor: Gerçekten zihnimden akıp giden sonsuz düşüncelerin arasında düşsel bir ışıkla parlayanları bu kadar sahipleniyorsam, onların bir rüyadan farksız olduğu gerçeğiyle nasıl yüzleşebilirim? Sokrates yazıyı eleştirirken ne de haksızdı. Yazmalıydık ama düşündükten sonra değil, düşünürken. O an yaşadığım farkındalık, uyandığımda bütün detaylarıyla hatırladığım rüya gibiydi ama sonra birden unuttum -asla unutmayacağımı düşünmüştüm. İnsan unuttuğunu bile unutursa sorun yok ama bir anlığına parladıktan sonra yitip giden güzel bir düşüncenin özlemini çekmemeli. Sonra geriye o içine oturmuşluk, kör gözlerle sağı solu yoklayan eller kalıyor. Benim sahiplenmesi körlüklerin en büyüğü ise neyi aradığını bile bilmemek de apaçık olmayan hüzünlerin en kötüsü. Oysa benim olmadılar hiçbir zaman; bunun getirdiği acıyı mutluluğa dönüştürebilmek mümkün mü? Başından hisseden ve düşünen bir şey değil onun yalnızca bir parçasıydım; belki kocaman bir varlığın hisseden ve düşünen tarafıydım. Hiçbir zaman benim olmadı hiçbir şey ama hiçbir zaman da yalnız değildim. Acının mutluluğa hiç olmazsa yakınsaması gereken an bu mu? Ama hayır, yalnızlık sadece tek kişiyle olmaz. Üç kişi bir odada "yalnız" kalabilir. Üstelik ben, bunca zaman farkında olmayışımla kendi kendimi yalnız bırakmışımdır. Öyleyse her zaman yalnızdım. Bu dünya bana cevap vermiyor, insanlığımızın gürültüsü haricinde sonsuz bir sessizlik var. Bundan nasıl bir mutluluk çıkarılabilir ki? Mutluluk çıkarmak gerekir mi ki?


Kendi insanlığımdan konuşurken düşüncelerimin açıklığı karşısında hissettiğim utanç ve çıplaklık -oysa kıyafetlerim üzerimde. Zihninin içini göremediğim onca varlığın karşısında bizim kendi biricik yüce, zavallı zihnimizin içerisindeki güvenin esamesi okunmuyor artık. Dışarıya doğru bir adım attım, tereddütlü, biliyorum ki yapabilmek o kadar da zor değil bunu. Zor değil bir insanın ne düşündüğünü asla bilemeyeceğim gerçeğini benimsemek. Bunun sonucu varlığımın toplum karşısındaki kabulünü artık umursamamak değil de sevilebileceğim fikriyle yüzleşmek oldu mu daha korkutucu. Çünkü bu, onlara doğru ikinci bir adım atmak zorunda hissettirirdi. Ve hiçbir zaman tam anlamıyla kabul edilemeyeceğimi de biliyorum; tıpkı benim onları tamamen benimseyemeyeceğim gibi, o yüzden bu noktada sorunum yok. Fakat kabuğuna çekilmiş, istenmemenin varsayımıyla kıvranıp durmak daha kolay. İşte bu noktada istenmiyor-muş gibi yaparak tepeden en dibe yuvarlanmaya başlamak ile nihayet yerini bulmuşluğun tatsız sükuneti arasında karar verme anıdır. Fakat kafamızın içerisindeki iğrenç canavarlar durmaksızın bana "Bir anlamı yok!" diyeceğine, bir başkasının bunu bana sevgiyle söylemesini tercih ederim. Çünkü bizim paylaştığımız anlamsızlık kahredici ama hepimiz kendi "biz"lerimizin anlamsızlığını buluşturduğumuzda, o zaman diyebiliriz ki, bir anlamsızlığı deneyimliyoruz. Ve belki insanın yalnız olmadığı an da buydu ve sadece bu.


Seviyorum onu.


Yorumlar