MÜCADELEDE BİZİ ÇEKEN BİR ŞEY OLMALI.

Kendini rüzgara bırakmış bir yaprak gibi süzülmek -işte bir Taocunun yaptığı budur. Varlıklarımız dalgalı bir suyun üzerindeki kırıklı görüntüler ise; dalgalar ile senkronize olalım, bırakalım gitsin. Hareket etmeden hareket etmek -işte bir Taocunun yaptığı gerçekten de budur. Budistler paralel bir durumu biraz daha farklı bir şekilde, nirvana olarak adlandırıyordu: vana (rüzgar) ve nir (ötesi/olmayışı). Artık dalgalara sebep olabilecek bir rüzgarın olmadığı bir hal. Hareketsizlik, bir Budist de buna ulaşmak ister. Batı'da Stoacılar tam da Doğu'daki ile aynı dönemlerde benzer bir öğreti geliştirmişlerdi: Tanrı her şeyi olabilecek en iyi şekilde yaratmış ve düzenlemişse eğer, başımıza gelen her şey bizim için olabilecek en iyisidir. Öyleyse dostum; bize biçilmiş rolü oynadığımız bu tiyatroda hiçbir şey kontrolümüzde değilse n'için seviniyor veya öfkeleniyorsun? 


Yeterince özel olmamak.


"Hiçbir zaman senin için yeterince iyi olamayacağım," diye ağladı çocuk, tanrısının dizlerine kapanarak. "Her zaman benden daha değerli birileri olacak." 


En derin arzumuz ile en derin korkumuz aynı kaynaktan beslenir; ikisinin birleştiği noktaya ulaşabilirsek tahtında eylemsizce oturan canavar-tanrıyı buluruz. Yüzünün bir yanı kurtçuklarla dolu, bir yanı görkemli ve güzel. Ve şimdi elimde en keskin kılıcım ile tiranımın karşısındayım. Onu kurtçuklarından arındırmalı mıyım? Ne kadar denersem deneyeyim her defasında yenileri çıkacaktır. Ve kahraman tiranı öldürür, tiranın kendisine dönüşür. Fakat gerçekten onun yerine geçmek istiyor muyum? İçindeki sonsuzluktan rahatsız edici arzular ve korkular akan bir sonraki canavar-tanrı olmak istiyor muyum? Ve kahraman tiranı öldürdükten sonra geriye dönüp gider. İşte nirvana budur. Artık o bir kahraman değildir; korku, istek, haz ve tutku duymaz. Bir zamanlar kocaman bir alev topuydu, şimdi mum kadar bile ışık vermiyor. Bu dünyanın durmaksızın geçip giden gölgelerine hissiz gözlerle bakıyor. Kimsenin tanımadığı bir tanrı kadar büyük ve bir o kadar önemsiz.


Teslimiyet.


Yorganın altına saklanıp her şey bitene kadar sadece beklemek her zaman cazip bir seçenek olarak önümüzde durur. Akışa kapılmak çekicidir çünkü kolaydır. Bütün yaşamlarını en derin arzu ve korkularından arınmaya adayanlar çaba harcadıkları için değil içleri bunu kaldırmadığı için zorlanırlar. "Öyle mi, insan?" der benlik olmayan yabancı. "Benden bu kadar korkuyor musun?" Oysa sevmemiz gerekirdi onu, ihtiyacı olmadığı halde. İhtiyacı olan bizdik. Çünkü nihayetinde onu susturabildiğimizde göreceğiz ki zihnimizin içinde bizi bekleyen bir iyilik krallığı yoktur. En ufak bir çıtırtının bile olmadığı bir sessizlik huzur vermez, yalnızca ürkütür. Yabancının olmadığı yerde insan kendini bütünüyle yalnız hisseder ve ancak o zaman yaratır canavarları. Hayal gücü bütünüyle körelmişse; tek canavar kendisidir artık. Kaçıp saklanmak istediği yegane yuvası kabusu olmuştur.


Kurtçuklarını seviyorum.


Benim korkularım ve arzularım ve hayallerim ve bunun yanında hiçbir şeyim. Kurtçukları seviyorum, onlardan kurtulmak istemedim hiç. Bir gün gökyüzüne dek yükselecek bir kule inşa edecek ya da kendimi vere vere tükenip gidecek kadar hırsla dolarsam; bu benim insanlığımdır. Kalbim bir anda cesurca öne çıkar ve bir an sonra hıçkırıklarını yutarak saklanmak isterse; bu benim insanlığımdır. İçimdeki korkuları yener ve her şeyi başarırsam da; korkularıma yenik düşüp tek bir adım atamazsam da bu benim insanlığımdır. Benim insanlığım tanrı olmayı deneyenler ile doludur ve hepsi de başarısız olmuştur. Ama mücadelenin sonunda değil, kendisinde bizi çeken -durmaksızın çırpınıp duruşumuz ve bundan zevk alışımız. İşte, işte bu benim insanlığımdır.

Yorumlar