ANTİK YUNAN'IN KARANLIK DİNİ 2: Dionysos (a)

Bir öykünün çeşitli varyasyonlara sahip olması bu öykünün yazısız kültür ürünü olduğunu gösterir. Mit ziyaret ettiği coğrafyanın kalıcı sakini olmaya karar vermiş ise kendini sevdirmek adına giyim kuşamını, halini tavrını biraz değiştirebilir -dikkatli bile olmayan bir göz bile onun klonlarını ilk bakışta fark edecektir. Fakat bazen köklerini çok derinden alan bir mitos bütün panteona sinsice sızıverir. Çok, tekliğe dönüşür; bir, çok olur. Bunlar en dikkatli gözün bile öylece seçemeyeceği bir şekilde, mitolojinin derinlerine saklanmış halde keşfedilmeyi bekler.


Bu makalenin iskeletini esriklik ve delilik tanrısı Dionysos'un Trakya'dan Yunanistan'a yaptığı yolculuğu anlatmak üzerine inşa etmiştim. Tıpkı titanların Dionysos'u parçaladığı gibi ben de bu iskeleti tereddütsüz parçaladım. Buna iki büyük hata sebep oldu: Birincisi, güvenilir pek çok kaynağın düştüğü korkunç yanılgının aksine Dionysos Trakya kökenli bir Tanrı değildi. İkincisi, Dionysos'un orijini iç içe geçmiş pek çok tanrıyı barındıran, Yunan mitolojisine bir şekilde "insan" olarak girmiş tanrıların bile bağlantılı olduğu bir derinlik taşıyordu. Bu yüzden bitmiş bir yazıyı silip her şeye sıfırdan başladım, bu yazı Dionysos'un iki kez doğuşunu paylaşıyor böylece.


1. Ariadne'nin İpi ile Bağlanmış Üç Mit


a. Dionysos


Dionysos, Thebai prensesi Semele ile Zeus'un oğludur. İki kez doğmuştur


Peter Paul Rubens, Two Satyrs.


Kıskançlığı ile ün salmış Hera, ihtiyar bir kadın kılığında Semele'ye görünür ve onunla uzun uzun söyleşir. "Tanrı adıyla niceler girmiş ak yataklara." (Ovidius. Dönüşümler. 283.)  Öyle ya, her gece Semele'nin yatağına giren gerçekten Zeus mudur? Bir hayasızın genç kadına düzenbazlığı olmasın bu? Bir şüphe düşer Semele'nin yüreğine, sevgilisine döker içini. Zeus, "Madem inanmıyorsun, bir dileğini gerçekleştireyim. Styx üzerine yemin ederim ki yapacağım," der. Semele ise başka türlü ikna olmayacağından Zeus'u asıl haliyle görmek istediğini söyler. Tanrılar insanlara insan gibi gözüktüklerinde bile ışıltılarının fark edilmemesi güçtür, hele ki tanrılar tanrısı Zeus'a bakmaya hiçbir ölümlünün gözleri dayanamaz. Fakat yemin edilmiştir bir kere, olanca görkemi ile ortaya çıkar Zeus. Semele acılar içinde yok olmadan önce onun karnındaki bebeği alıp kendi baldırına koyacak zamanı ancak bulur. Bebek gelişimini Zeus'un baldırında tamamlar, doğduğunda boğa boynuzları vardır. Babası başına yılanlardan bir çelenk takar. Teyzesi İno sütanneliğini yapar, Hera İno'yu çıldırtınca Dionysos gizlice Nysa'nın nemflerine verilir. Nysa'da üzümden şarap yapımını keşfeder ve erginliğinde insanlığın bu yeni ritüelini tanıtmak için diyar diyar gezer.


"Lidya'nın, Frigya'nın altın yatağı

ovalarından geliyorum. Gezip gördüm Pers ülkesinin

güneş yanığı bozkırlarını, Baktria'nın surlarla çevrili kentlerini

Medya'nın dondurucu iklimini yaşadım ve mutlu Arabistan'ı

Bütün Asya ülkelerini tuzlu denizin kıyılarında

Hellenler'le doğuluların birlikte yaşadığı

güzel burçlu kentleri gezdim; ve işte o ülkelerde

korolarımı kurdum, törenlerimi öğrettim."

(Euripides. Bakkhalar. 15-20.)


Dionysos'un öğretisinin tutkulu takipçileri, sadık müritleri bakkhalar; saçlarına canlı yılanlar dolamış, sırtlarında beyaz benekli ceylan postu, memeleri açıkta, yalınayak dans ederler. Dağların tepelerinde, ormanların derelerinde dolaşır; yakaladıkları hayvanları parçalar, çiğ çiğ yerler. Dionysosçuluk doğayı ulular. İnsanların dünyasına ait deneyimleri doğanın içerisinde unutmaktan başka hiçbir şey önemli değildir artık. Bilinen ve sahte değil de yadsınan ama gerçek yaşamla bir olmak... Şarabın esrikliğinde kaybetmek kendini ve öyle bir kaybetmek ki sonra bulmaya ihtiyaç duymamak...


Nihayet yolu Helen'e düşer, ilk kez doğduğu yere, geçmişi felaketler ile örülü o Thebai kentine. Kılık değiştirmiş Dionysos, altın lüleleri ile güzel yüzü görenleri hayran bırakan bir delikanlı görünümündedir. Thebai'de Semele'nin ölümüne yönelik dedikoduların ardı arkası kesilmemiştir. İnsanlar Semele'nin iffetsizliğini örtmek için Zeus'un adını kullandığına inanırlar. Onun yıldırım çarpmasından ölümünü Zeus'un öfkesine bağlarlar -karnındaki gayrımeşru bebek de annesi ile birlikte Hades'e mahkum edilmiştir. Dionysos işte Thebai'ye annesinin adını temize çıkarmak ve bir tanrı olarak kendini kabul ettirmek için gelir. Yanında bakkhaları, küçümsenir tanrı; tanrı yerine bile konulmaz. Fakat kadınlar yakışıklı adamın etkisi altına girmiş, Bakkhalar ile birlikte dağlara çıkmıştır bile. Semele'nin yeğeni Kral Pentheus, Bakkhos efsanesini kullanarak Thebai kadınları ile düşüp kalktığı gerekçesi ile onu yakalatır. Muhafızlara direnmez Dionysos, ölümcül bir şekilde sakindir. İntikamını da fena şekilde alır. Etkisi altındaki bütün kadınları çıldırtır ve Pentheus'u yavru bir dağ aslanı olarak görmelerini sağlar. Annesi Agaue tanrısal bir kuvvetle Pentheus'un başını gövdesinden koparıverir, elinde oğlunun kafası ile kent meydanlarında neşe içerisinde dolaşır. Sonra Dionysos çılgınlık tesirini kaldırınca... Agaue kendi oğlunun kafasını elinde tuttuğunu fark eder ve kahrolur.


-


Dionysos'un mitosunu derlerken Yunan tragedya yazarı Euripides'in Bakkhalar'ı ile İtalyan ozan Ovidius'un Dönüşümler'inin birbirini bütünleyen anlatılarını referans aldım. Homeros ve Hesiodos da Dionysos'un Semele'nin evladı olduğu konusunda fikir birliğindeler. 


"Kadmos'un kızı Semele de sevişip Zeus'la

Şanlı Dionysos'u doğurdu, o coşkun tanrıyı

Ölümlü ananın ölümsüz oğlu,

Ama bugün tanrıdır ikisi de."

(Hesiodos. Theogonia. 940.)


"Semele Dionysos’u doğurdu, ölümlülerin neşesini"

(Homeros. İlyada. 14. Bölüm-325)


b. Minotaur ve Ariadne


Edward Burne-Jones 'Theseus and The Minotaur in The Labyrinth', England, 1861


Söylence odur ki Poseidon kendisine kurban edilmesi için Girit'e bembeyaz bir boğa gönderir. Girit kralı Minos bu boğanın güzelliğine dayanamaz ve onu saklamaya karar verir. Minos'un karısı Pasiphae, şehrin usta marangozu Daidalos'a bir inek maketi yaptırır ve onun içine girerek bu boğa ile çiftleşir. Minotaur dünyaya gelir. Minotaur yarı insan-yarı boğa bir yaratıktır ve insanlar ile beslenir. Bu boğayı öldürmek yerine Daidalos'un inşa ettiği labirentin ortasına koyarlar.


Atina kralı Aigeus, Minos'un oğlunun ölümüne sebep olur. Çok sinirlenen Kral Minos Atina'yı işgal eder ve dokuz yılda bir yedisi kadın, yedisi erkek olmak üzere on dört kurban verilmesini talep eder. Minotaur labirentin içerisine bırakılan bu kurbanlar ile beslenir. Döngünün yeni bir dokuzuncu yılında kralın oğlu Theseus da kurbanlar ile birlikte Girit'e yelken açar ama onun amacı bu boğa canavarı öldürmektir. Minos'un kızı Ariadne ona ilk görüşte aşık olur ve labirentten çıkmanın yolunu söyler: Theseus uzunca bir ip yumağı alıp onu labirentin girişine bağlamalıdır, Minotaur'u bulup öldürdükten sonra ancak bu ipi takip ederek geldiği yere geri dönebilir. Theseus silah kullanmaksızın güçlü yumrukları ile Minotaur'u alt etmeyi başarır. Labirentten çıktıktan sonra Theseus, Ariadne'yi de alarak denize açılır. Naksos adasına geldiklerinde kızı adada terk ederek yoluna devam eder. Ariadne'ye ilk görüşte aşık olan Dionysos'un onu kendisine eş aldığı söylenir:


"Altın saçlı Dionysos da aldı

Minos'un kızı sarışın Ariadne'yi.

Dionysos'un bu alımlı eşini

Ölümsüzlere katmıştı Zeus."

(Hesiodos. Theogonia. 945.)


Yukarıda anlatılan öykünün yoğrulması asırlar süren bir mitin son hali olduğu unutulmamalıdır. Orijinali Homerosça bilinmekteyse de yalnızca küçük bir kısmı yazıya dökülmüştür:


"Phaidra'yı, Prokris'i gördüm ve güzel Ariadne'yi, 

kötü niyetli Minos'un kızıdır Ariadne,

Theseus onu Girit'ten kutsal Atina'nın tepesine götürmüştü hani, 

ama tadamamıştı aşkını, Artemis öldürmüştü onu daha önce, 

iki deniz arasındaki Die Adası'nda; Dionysos'un tanıklığıyla."

(Homeros. Odysseia. 11. 320.)


Burada birkaç soru ile karşı karşıyayız. Hesiodos'un destanında Ariadne n'için ölümsüzlerin arasına katılmıştır? O, Psyche ya da Herakles gibi uzun ve zorlu sınavlardan geçmemişti; görünürde herhangi bir önemi olmayan sıradan biriydi. Dedesi Helios olabilirdi, Dionysos'un eşi de olabilirdi ama mitolojik çağda ölümlüler ile tanrılar arasında böyle ilişkilere sıkça rastlanır. Hikayenin daha eski bir haline referans veren Homeros'un Ariadne'nin öldüğünü söylemesi daha da gariptir. Bakire Artemis, ancak iffetsizlik durumunda bir ölümlüyü cezalandırırdı. Kötü bir kraldan sevdiği adam ile kaçan Ariadne ise yanlış bir şey yapmış gibi gözükmemektedir. İki ozana göre de Dionysos bir şekilde, hiçbir alakası olmadığı halde mitosta kendisine yer bulmuştur. Neden Ariadne'nin ölümüne tanıklık etsin ki?


c. Persephone


The Fate of Persephone, Walter Crane, 1877


Güzeller güzeli Persephone arkadaşları ile kırlarda çiçek toplarken toprak yarılır, kömür karası atların çektiği görkemli arabası ile Hades ortaya çıkar. Persephone'yi yeraltındaki ülkesine kaçırır. Kızının yokluğunu fark eden Demeter günlerce her yerde onu arar durur; tek bulabildiği elbisesinin kuşağı olur. O vakit kızının alıkonulduğunu anlar ve küser yeryüzüne. Tohumları yok eder, çoktan ekilmiş tohumlar da ekin vermez olur. Kıtlık ve ölümler baş gösterir, insanlık yok oluşun eşiğindedir. Nihayet insanları çok seven nehir tanrısı Alpheus suların içerisinden çıkar ve Persephone'nin Hades'te olduğunu söyler, insanlara karşı insaflı olması için yakarır. Demeter, Zeus'un karşısına çıkar bir hınçla: "Persephone'nin annesi bensem babası da sensin. Acı ona, kurtar kızını!" Zeus Persephone'nin yeryüzüne dönebilmesi için tek bir şartın varlığından söz eder: Ölüler ülkesindeki hiçbir yemişten tatmamış olmalıdır. Ancak genç kız Tartaros bahçelerinde gezerken bir nar tanesinin tadına bakmıştır işte, yaşam dünyasının bir parçası değildir artık. Zeus kızının anası, kederli kız kardeşi Demeter ile saygı duyduğu, inatçı erkek kardeşi Hades arasında arabulucu olmaya karar verir. Aksi takdirde insan soyu kuruyup gidecektir. Böylece iki tarafın da gönlünü alacak bir çözüm bulur. Persephone yılın altı ayını yeryüzünde, anasının yanında geçirir. İşte bu zamanlar kırsalı rengarenk çiçekler, tatlı mı tatlı yemişler kaplar. Ağaçlar yemyeşildir. Ne zaman Persephone Hades'in arabasına binip soğuk ve ölü yeraltına doğru yolculuğa çıkar; toprak çoraklaşır, verimsizdir artık. Kasvetli bir hava sarar her yanı. Ta ki Persephone yeniden yere ayak basıp her yerde güzel çiçekler açtırana dek. 

Not: Efsane Ovidius'un Dönüşümler adlı yapıtında bulunabilir. Beşinci Kitap, 385-570'ten derlenmiştir.


2. Minos'tan Yunan'a Dionysos Kültü


a. Minos'un Dionysos'u


Ölen ve dirilen boğa tanrı efsanesi milattan önce beşinci bin yılda Suriye'de ortaya çıkmış; dördüncü veya üçüncü bin yılda Nil coğrafyasına geçmişti. Girit'te Miken Medeniyeti kurulmadan evvel bulunan Minos Uygarlığı yoğun ticari faaliyetler yürüttüğü Mısır'dan sanat üslubu ve ay takviminin yanında boğa-tanrıyı da miras aldı ve öylesine içselleştirdi ki bu, inancının ve sanatının her zerresinde görülebilir. Bunu yapmaması için hiçbir sebep yoktu çünkü Girit büyük bir av sahası idi ve buluntular, yüksek saray kültürü ile eşzamanlı bir avcı kültüne işaret ediyor. Minoslular için boğa güreşi bir ibadet biçimi idi, ergenlik çağına girmiş kadın ve erkekler büyüdüklerini kanıtlamak için boğanın üzerinde akrobasik hareketler yaparlardı. Bu bağlamda, Theseus'un boğayı çıplak elleri ile öldürmüş olması onun kahramanlığını vurgular. Fresklerde erkekler koyu, kadınlar açık renkle gösterilir. Knossos Sarayı duvarlarını süsleyen bir freskte boğanın boynuzunu tutmuş bir kadın, boğanın üzerinde takla atan bir erkek ile onları epifani hareketi ile selamlayan bir başka kadın görüyoruz. Bu boğa ritüeli boğanın evcilleştirilmeden önce ilk yakalanışının bir tekrarıdır:



Minos'u özel kılan ölüm olgusu ile çatışıyor gibi gözükmemeleridir. Coğrafyaya daha sonra yerleşen Mikenlerin mezarları öbür dünya inancını gösteren eşyalar ile doluydu, yerleşim yerlerini de yüksek tepelere ve duvarların içerisine kurarlardı. Mısır ile Yakın Doğu için aynı gözlemler yapılabilir. Minoslular doğa ile iç içe, surların ardına gizlenmeden, ölüm korkusu ile devasa tanrı heykelleri inşa etmeden yaşıyorlardı. Girit dağlarının olağanüstü manzaraları sayesinde yaşadıkları epifaniler, doğayı aşkın algılamalarına sebep oldu. Onlar doğanın kendisine taptılar. Bundan dolayı sanat eserlerinde antropomorfik tanrılar değil hayvanlar vardı. Sıklıkla deniz canlıları -belki onlardan türediklerini düşündüklerinden. Karmaşık ritüelleri yoktu: boğa güreşi ve dans ile ibadet ederlerdi. Görülür ki, Minoslular Dionysos adında bir tanrıya tapmıyor olsalar da mükemmel bir şekilde Dionysosçu idiler. 


Knossos Sarayı'na ait bir boğa başı ritonu.
c. M.Ö. 1550-1500


Minoslular için boğa şeklindeki ritonların mutlak kullanım yeri şarap içilen dini ayinlerdi. Knossos'taki tabletlerde boğaları "oinops" yani "şarap rengi" olarak betimlemesi garipsenmemeliydi. İlyada 13-704'teki şarap rengi öküz ile sayısız defa kullanılmış şarap rengi deniz tamlamaları da bu bilgi ışığında anlam kazanıyor. Bununla birlikte üzümden evvel şarabın esas kaynağı bal idi. Sanıyorum ki şarap ile bağdaştırılan renk kırmızı değil de altın sarısıdır. Bal eşine rastlanmaz tatlılığı ile bir çeşit esriklik veren kutsaldır. Ondan yapılan şarabın bir başka kutsal olan boğa-tanrının ağzından akıyor olması -bunu söylerken tanrılarının theriomorfik (hayvan-biçimli) olduğunu düşünmemiz gerekir. 30.000 yıl önceki Cro-magnon atalarımızı referans alırsak Ana Tanrıça, tıpkı venüs figürinlerinde olduğu gibi çıplak insan görünümündedir çünkü tıpkı doğa gibi değişen ve can veren kadının kendi bedeni büyülü olarak algılanmıştır. Ancak mağara duvarlarına ritüelistik amaçlı çizilen bizonlarda olduğu gibi hayvanların tanrısal olmak için insana benzemesine gerek yoktu. Hiç şüphe yoktur ki Girit'te boğanın sembolize ettiği ve daha ileri giderek boğanın kendisi olan bir tanrıya tapıyorlardı.

Knossos'un ardından Minos Uygarlığı için ikinci büyük saray olan Phaistos yakınlarında bir mezarda bulunan taş mühürde maske ve keçi görülüyor: 


İki teke arasında maske.
Phaiston yakınlarından bir taş mühür örneği.
Heraklion, Arkeoloji Müzesi


Maskeler Dionysos dininin ayrılmaz bir parçasıydı. Antik dönem boyunca gerçekleştirilen törenlerde Dionysos'u simgeleyen bir maske, ahşap bir sütunun üzerine yerleştirilir veya katılımcılarından biri tarafından giyilirdi. Bir çeşit kapılma sonucunda ritüeller de çocukların yaptığı gibi oyuna inanma üzerine kuruludur; maskenin ardındaki, ritüel boyunca tanrının kendisi olur. Bu bağlamda maske Dionysos'un törene katılımı idi; antik dönem boyunca sanat eserlerinde üzüm çiğnerken tasvirlenmiş satirler de esasında seremonide satir maskesi takmış insanlardı. Görselde Dionysos dininin tipik bir kurbanlık hayvanı olan keçi görülür. Açıkça bu taş mühür Dionysos dininin bir öncüsüdür.

Minos bağcılığı yüksek ihtimalle Mısır'dan almış ve üzümden şarap yapımını öğrenmişti. Üzüm şarabının bu yeni esrikliğini boğa tanrılarına adamış olmaları çok akla yatkın görünmektedir. Böylece boğa; hem vahşi hayvanların hem de şarabın efendisi oluyordu. Minos kültürünün etkisi altında kalmış Pylos'ta bulunan bir tablette işlenen konu şarap. Ve bir isme rastlıyoruz Di-wo-nu-so-jo: Dionysoio.

 Nonnos, bağcılığın Dionysos tarafından icadına dair antik bir efsane anlatır. 

"Bir grup Satir onunlaydı: biri salkımları toplamak için eğilirken, bir diğeri üzümler koparıldığında onları boş bir kaba koyuyordu, başkası yaprak yığınlarını dolgun meyvelerden uzaklaştırıp, süprüntüleri temizliyordu. Bir başkası da tirsus ya da keskin bir çubuk olmadan, öne doğru eğilip üzümleri kollamak için çömelmiş ve birbirine girmiş bağların uçlarındaki meyveleri koparmak için sağ elini dallara doğru uzatmıştı, o sırada Bacchos meyveleri kazdığı çukura koydu, ilk olarak üzümleri çukurun ortasına yığdı, sonra harman yerindeki mısır yığınları gibi üzümleri yan yana çukurun tamamına yaydı. Tümünü oyulan çukura koyup, çukuru ağzına kadar doldurduğunda, dans adımlarıyla üzümleri çiğnedi. Satirler de saçlarını rüzgarda delice savurarak, Dionysos'tan nasıl çiğnemeleri gerektiğini öğrendiler. Yavru geyiklerin benekli postlarını omuz üstünden sertçe çektiler, pek çok ayak vuruşuyla meyveyi ezip, 'Euoi!' diye bağırarak, Bacchos'un dilden dile dolaşan şarkısını söylediler. Şarapla dolu çukurdan şarap fışkırıyordu, dereler morarmıştı; meyveye her basışında beyaz köpüklü kırmızı özsuyu çıkıyordu. Henüz ortaya çıkmamış olan kaplar yerine, bu özsuyunu öküz boynuzlarıyla aldılar. Dolayısıyla karışık şarap kaplan bile bu kutsal Şarap boynuzunun ismini aldı."

(Nonnos. 12. 293-362) 


Dionysos Rhea'nın kehaneti üzerine, üzümü ısıran yılanı bir alamet olarak yorumlayarak şarabı icat eder. Burada Rhea'nın Minos'un Ana Tanrıçası, dağların hanımı olduğunu düşünebiliriz. Yılan her zaman tehlikenin ve ölümün belirtisi olduğu kadar yere yapışıklığı ile doğanın kendisini de simgelemiştir, tıpkı kadın gibi. Ruhani kuşun -sonradan antropomorfik meleğe dönüştü- bu dünyadaki izdüşümüdür, erkek gibi. Minoslu rahibeler ellerinde yılan taşırlardı, Bakkhalar saçlarına yılan takarlardı. Aşağıdaki figürinde Minoslu tanrıça iki elinde iki yılan tutuyor:



Bilindiği üzere Dionysos'un esas ilişkisi asma ağacı iledir. Asma ağacı da tıpkı Dionysos gibi iki kere doğar; kış aylarında ölü gibi bir kütüktür, yaz aylarında açan görkemli yaprakları ile iştah açıcı sulu meyvesi onu capcanlı kılar. Fakat Dionysos daha eski bir katmanda sarmaşık ile de bağdaştırılır ki bu bir bakıma tuhaftır. Bir bakıma tuhaf değildir çünkü ölüm kültünün olmadığı Minos'ta asmanın ölüm-yaşam ikiliği de fark edilmeyecektir. Yalnız yaşam vardır, yılan. Dionysos'un ölüm yönü ona Yunan tarafından açığa çıkarılır. Sarmaşık, sonbaharın bağ bozumu esnasında çiçek açar ve ilkbaharda meyvesini verir; güneşe ihtiyaç duymaz, yılın dört mevsiminde de yeşildir. Her zaman canlıdır. Tıpkı bir yılan gibi yerlerde sürünür ya da ağaç gövdelerine dolanır. Dionysos'un kadınlarının saçlarına doladıkları, ellerinde tuttukları yılanlar çoğu zaman sarmaşıktır. Burada bir yansıtma yaşanmış ve sarmaşık, yılanın yerini almıştır. Tıpkı iki yılda bir düzenlenen Dionysos şenliklerinde kurban edilen boğanın ölüp geri gelen tanrının kendisi olması veya şarap yapımında üzüm çiğnemenin Dionysos'un titanlar tarafından parçalandığı sahneyi yeniden canlandırması gibi.

Dinler, çöküş dönemlerinde epifanilerini 'yardımcı'lara borçludurlar. Örneğin Kuzey Amerika Kızılderilileri başlangıçta oruç tutuyor, güneş ile açlığın getirdiği sanrıları tanrısal olarak nitelendiriyorlardı. Mondamin mitosunu anlattığım şu yazıda ritüelin nasıl gerçekleştiğinden bahsetmiştim. Sonraları bu yeterli gelmedi ve halüsinasyon görebilmek için peyote kaktüsünün içerdiği meskaline ihtiyaç duydular. Minos Uygarlığı'nın erken dönemlerinde coğrafyanın olağanüstü güzelliği insanda epifani yaratmaya yetiyor iken geç dönemlerinde haşhaşın yardımı ile afyon kullanılıyor olabilirdi. Çünkü şifresi çözülmüş kil tabletlerin gösterdiğine göre, Geç Minos döneminde haşhaş hasadı o kadar büyüktü ki ki bu kil tabletlerde haşhaş sembolleri tahıllar kadar yer tutuyordu. Baudelarie Kötülük Çiçekleri adlı eserindeki "Zehir" şiirinde şu mısralara can veriyor:


"Afyon büyütür uçsuz bucaksız olan şeyi,

Ve sınırsızlık uzar, 

Zaman derine iner, şehvet azdıkça azar, 

Ve kara ve donuk zevkleri 

İle ruh alacağından öte dolup taşar."


Bir haşhaş tanrıçası idolü. Gazi 'den kil heykelcik.
 Heraklion, Arkeoloji Müzesi

Demeter özünde Minos'un Ana Tanrıçası idi. Tıpkı Gaia, Rhea ve Artemis gibi fakat orijini ile koruduğu bağ onlardan çok daha belirgindi. Tacına haşhaşlar yerleştirilmiş Ana Tanrıça gibi Demeter'in de sembolü haşhaştır. Hasat şenliklerinde doğal olarak besleyici ekmeğin kökeni buğday öne çıkarken Eleusis Gizemlerinde haşhaşa önem veriliyordu. 







Yunanlılar Girit'in bir mağarada doğmuş kutsal çocuk hikayesini Dionysos'ta olduğu gibi Zeus'ta da türetmişti. Zeus, Theogonia'da anlatıldığı şekli ile bir mağarada dünyaya geliyordu: 


"Sonra bereketli Girit'te Lyktos'a götürdü onu,

Son oğlu büyük Zeus'u doğuracağı gün.

Ulu Toprak tanrıçası aldı çocuğu

Besleyip yetiştirmek için koca Girit'te;

Hızlı gecenin karanlıklarından yararlanıp

Diktos tepelerine götürdü onu,

Sık ormanlarla kaplı Aigaion eteklerinde

Kutsal toprağın gizli derinliklerinde

Ulaşılmaz bir mağaraya sakladı onu"

(Hesiodos. Theogonia. 480-485.)


Bir Girit efsanesine göre söz konusu mağaraya giriş dini bir emirle yasaklanmıştı. Mağarada bebek Zeus'a bakıcılık eden kutsal arılar yaşıyordu. Bir gün dört arkadaş arıların ballarını çalmaya karar verdi ve bronz zırhlarını giyerek mağaraya girdiler. Orada Zeus'un kundaklama bezlerine rastladılar. Tam balı çalıp kaçacaklardı ki zırhları birden parçalandı. Zeus şimşeğini onlara doğrultmuşken Themis araya girdi çünkü bu kutsal mağarada birisini öldürmek de yasaktı. Böylece dört hırsız, kuşa dönüştü.


Amfora. M.Ö. 540. İtalya.


Amforanın ön kısmında bu öykü, arka kısmında ise dans eden bakkhalar ile satirler bulunur. 


Her yıl yaz gündönümünde mağaradan ışıltılı bir akışkanlık süzülüyordu ve insanlar bunu Zeus'un kanının taşması olarak yorumluyorlardı. Tanrıların kanı bizlerinki gibi kırmızı değildir:


"aktı tanrıçanın avucundan tanrısal kan,

hani şu mutlu tanrılarda akan öz,

ekmek yemez, kızıl şarap içmezler,

kanları yoktur mutlu tanrıların,

bu yüzden ölümsüz derler onlara."

(Homeros. İlyada. 5-340)


Arılar, insanlar tarafından evcilleştirilmeden önce mağaralarda yaşarlardı. Dolayısıyla mağaradan süzülen ışıntı, o akışkan unsur Zeus'un kanı zannedilen baldan başka bir şey değildi. Bal, insanların daha sonradan asma ettiği şarabın insanlar için ilk kaynağıdır. Altın çağın içkisidir ve tanrısal olarak yorumlanır.  Orpheusçular Zeus'un babasını hadım ettiği mitostaki Kronos'un bal şarabı ile sarhoş olduğu kısmı korumuşlardı. Güneş altında ışık hüzmelerinin etkisiyle parıldayan bal Minoslulara oldukça doğaüstü gelmiş ve mitoslara sebep olmuş olmalıdır. Mağaralar ise pek çok mitolojide olduğu gibi Girit'in tipik kült alanları idi, arketipsel olarak bu dünyanın rahmine giden yol olarak algılandığı için ilk resimler de mağaraların derinliklerine çizilmemiş midir? Yine Zeus'un yılan biçimine girerek Persephone'ye tecavüz ettiği ve boğanın onun tipik hayvanlarından biri olduğu unutulmamalıdır. Zeus ve Dionysos tek bir mitten -mağaradaki kutsal çocuk- iki ayrı karaktere bölünmüş olsa da aralarındaki bağlantı mitosun kendisi aracılığıyla korunmuştur ve açıktır. 


b. Mağaradaki kutsal çocuk.


"Yunanistan'da Dionysos ve Girit'te Zeus olarak tapınılan boğa tanrıda, avcı tanrı Zagreus teşhis ediliyordu. Tanrılarının kökenlerini açıklamaya çalışan Yunanlı bilgeler, Dionysos'un antropomorfik kökene sahip olabileceğini inkar ettiler. Aslında Dionysos dininin insan formunda bir tanrı görünümünde ortaya çıktığına inanmak zordur. Tek bir insan formu, bir zoe görüntüsü olamazdı. Ancak canlı hayvanları yakalayan büyük bir avcı figürünün böyle bir görüye katkı sağlamış olacağı makul şekilde belirgindir. Tanrıların antropomorfik kökenini reddeden Yunanlı bilgeler physiologoi, "doğayı açıklayan kişiler"di. Onlara göre, Dionysos'un kökeni basitçe şarabın kökeni de olan üzümün yetişmesiydi. Fakat bu kökene aynı zamanda gökteki acımasız avcı Orion imgesi, yani avcılığın insanın başlıca işi olduğu döneme ilişkin bir imge de öncülük etmekteydi."  (Carl Kerényi, Dionysos: Yok Edilmiş Yaşamın Arketip İmgesi, sf. 100)


Nonnus anlatıyor: Zeus Persephone ile yılan kılığına girerek çiftleşir, daha açık konuşmak gerekirse kendi kızına tecavüz eder. Persephone Zagreus isimli boynuzlu bir bebek dünyaya getirir. Bu bebek parmaklarında yıldırımlar taşımaktadır ve doğduğunda Zeus'un tahtına tırmanmayı başarır. Genç tanrıça bebeği bir mağaraya saklar fakat Hera'nın olanları duyması uzun sürmez ve titanları Zagreus'un üzerine yollar. Titanlar bebeği paramparça eder ve kazanda pişirirler. Daha sonra tanrıların annesi Rhea sağlam kalmış tek parçası olan kalbini kullanarak onu yeniden yaratır.


Bu versiyonu Ovidius da bilmektedir. Metamorfozlar 6. kitap 117'nin Türkçe çevirisi Deo'nun kızlarını avlamak için yılan kılığına giren Zeus'tan söz eder fakat Deo, Demeter'in diğer adıdır ve Demeter'in yalnızca bir kızı vardır. Dolayısıyla Carl Kerenyi'nin bir başka çevirisi olan "Işıltılı bir yılan formunda Deo'nun kızını aldattı," daha doğru bir anlam taşır. Fakat mitin bu versiyonu, içerdiği mistik korkunçluktan ötürü hiç popüler değildi ve bu yüzden Ovidius'un anlatısında kendisine ancak bir satırlık referans bulabildi. Homeros da Hesiodos da Ovidius da Semele'yi anne olarak aktarmayı tercih etmişlerdi. Bilinmelidir ki Orpheusçuluk gizemli bir kült olmasının yanısıra Yunan'ın görünür dinamiğine aykırı bir yapıda olduğu için halk tarafından pek de sevimli karşılanmıyordu.


"Mağaradaki kutsal çocuk" motifini irdelemeden evvel bilmeliyiz: Bu bir Orphik mitidir ve Orphikler hikayeler uydurmak yerine mevcut hikayelerin alegorileri üzerinde dururlar. Yani ilk aşamada Zagreus Yunan panteonunda çok bilinen bir tanrı olmadığına göre başka bir mitolojiye aittir, ikinci aşamada bu mitos -karanlık yapısından da anlaşılacağı üzere- eğlence olsun diye anlatılmış değildir. 


Zeus'un Persephone'yi seçmiş olması son derece manidar. Persephone'nin annesi Demeter, Zeus'un karısı ve kardeşidir. Yani Zeus kendi kardeşinden olan kendi kızından bir çocuk yapıyor. Tamamen kendi kanını taşıyan bir varis, üstelik insanlık boyunca tapılmış Ana Tanrıça'nın -Demeter'in- kızından -ki bir üst düzey okumada Persephone, Demeter'in ta kendisidir. Persephone'nin Zagreus'u mağaraya saklaması basit bir annelik içgüdüsü değildir, Hera'nın titanları bebeği öldürmeleri için yollaması kadınsı bir kıskançlık değildir. Titanlar, tanrılardan önceki hükümdar soydur ve Zeus tarafından sindirilmişlerdir. Titanların mitlerdeki varlığı, Prometheus'ta olduğu gibi, çoğunlukla tanrılar dünyasındaki tedirgin edici çekişmelere işaret eder. Ergo, Hera Olympos Kraliçesi olarak Zagreus'un yalnız kendi iktidarı değil bütünüyle evren için ne denli tehditkar olduğunun bilincindedir. Onda Zeus'un göklere, Demeter'in yeryüzüne ve Persephone'nin yeraltına hükmedişinin birleşimi aynı anda, saf bir şekilde bulunur. Bu en son yerle göğün henüz birbirinden ayrılmadığı kaosta görülmüştü. Tanrıları doğuran kozmostu, şimdi ise bir tanrıça kaosu doğurmuştu. 


Zagreus yok edilmeliydi.


Mitostaki daha masum detaylar, yani onun boynuzlu oluşu (Gerçi, şeytan olarak yorumlarsak çok mu ileri gitmiş oluruz?) ile iki kez doğuşu onu ilk bakışta direkt olarak Dionysos ile bağdaştırmamıza sebep olur ki bu yanlış bir okuma olmayacaktır -öyleyse bile on altı yüzyıldır düştüğümüz kolektif bir hatadır, affedilebilir. Fakat Dionysos kadar Zeus da Zagreus'un alter egosudur. Kaçırılan nokta, Zagreus'un halihazırda Minos kültünde mevcut olan çok önemli bir av tanrısı olmasıdır. Zeus doğduğunda Amalthea isimli bir keçi ona süt annelik yapar. Alışageldiğimizin aksine yarı keçi-yarı insan bir yaratıktan, örneğin satirden söz etmiyorum. Amalthea gerçekten bir keçidir:


Amalthea Zeus'u emziriyor. ??

 

Ve esasında kendisi keçilerin tanrıçasıdır. Efsaneye göre gökyüzüne fışkırttığı sütünden Samanyolu (Milky Way) meydana gelmiştir: Minosluların theriomorfik panteonundan bir şekilde Zeus'un doğum mitine sızmış kozmik bir tanrıça, esasında son derece önemlidir çünkü o da besleyen ve büyüten doğa annedir. Keçi sütüyle beslenmiş Zeus gibi, Dionysos da keçiler ile yakından ilgilidir. Yanında her zaman satirler bulunur ve onun için düzenlenen törenlerde keçi kurban edilir. Aynı zamanda temsil ettikleri bakımından keçi tanrı Pan ile bağdaştırılır ve hatta Pan'ın Dionysos'tan türediği de söylenebilir. Zeus da Dionysos da ne keçi ne de boğa ile olan bağlarını hiçbir zaman bırakmasalar da biri yıldırım öbürü şarap ile özdeşleşmiş, bütünüyle boğa olan alter egolarını ise Minotaur'a aktarmışlardır.


c. Labirentin içine doğru.


Minos sarayı Knossos'ta bulunan bir kil tablette büyük bir kadın figürü ile birkaç sözcük görülür: "Tüm tanrılar için bal... Labirentin sahibesi için bal..." 


Ariadne kimdir? Kral Minos ile Pasiphae'nin kızıdır. Güneş titanı Helios'un kızı Pasiphae, tıpkı kızkardeşi Kirke gibi bir cadıdır. Ariadne sarayın usta zanaatkarı Daidalos ile oldukça yakın olmalıdır çünkü Daidalos, Minotaur için yapılan labirentin yanısıra Ariadne için bir dans pisti de inşa etmiştir. Ariadne dans etmeyi çok severdi ve adeta büyülü figürleri vardı. Peki gerçekten, Ariadne kimdir?


Ariadne "en kutsal" anlamına gelir ve tıpkı Daidalos (usta işçi) gibi esasında özel bir isim değildir. Onun bir kralın kızı formuna bürünmüş Yüce Tanrıça olduğunu düşünmek için gerçekten sağlam sebeplerimiz vardır. Labirent evrensel bir arketiptir. Malenezya'da bulunan ada Malekula'da ölüler öteki diyara geçebilmek için dişi bir koruyucu ruhun önce çizip sonra sildiği labirentteki yolları hatırlamak zorundadır. Labirentler, eski Girit mitolojisinde -Babilliler ve pek çok kültür için olduğu gibi- yeraltı dünyasının mikrokozmosudur. Şekli spiral, yuvarlak olmalı ve anne karnını çağrıştırmalıdır çünkü öteki dünyaya geçebilmek için önce yeniden doğmak gerekir. 


La Légende Crétoise (a.k.a. Thésée et le Minotaure), Maître des Cassoni Campana

Burada bir es verip Minotaur ve Ariadne bölümünde sorduğum soruya tekrar dönmek istiyorum: Artemis neden Ariadne'nin ölmesini istedi? Bunun kendi erkek kardeşinin ölmesine yardımcı olduğu için olduğunu söylemek yeterli değildir çünkü üvey kardeşi Minotaur bir canavardı ve masum insanları öldürüyordu. Dahası, mitolojide bu tarz cinayetler genellikle tanrıların ortaya çıkıp aniden can alması ile değil soyun lanetlenmesi ile sonuçlanır -bkz: Atreus soyu. Mitin bir versiyonunda gereksiz yere öldürülen Ariadne'nin diğer versiyonunda yine gereksiz yere tanrılaşması bizi mitin daha eski bir versiyonunda labirentin sahibesi Ariadne'nin çok önemli bir tanrıça olduğunu düşünmeye sevk ediyor. İnsanlaşan tanrıçalara mitolojide sıkça rastlanır ki bunlardan biri Euripides'in Dionysos anlatısındaki prenses Semele'dir. Semele Frigyalıların Orta Anadolu'da Kibele diye andıkları ana tanrıçalarıdır. Dionysos'un etrafı Demeter, Rhea ve Semele gibi ana tanrıçalar ile çevrilidir -tıpkı Zeus gibi. Bir başka nokta ise Giritli Ariadne ile Atinalı Persephone'nin yeraltı ile olan ilişkileridir. Persephone bir şekilde Orphik versiyonda Dionysos'un annesi olmamış mıdır? Demeter'in yaşamın olduğu kadar ölümün de tanrıçası olduğunu düşününce, Ariadne'nin ipini takip etmek epey zorlaşıyor.


Öyleyse Zagreus olarak adlandırabileceğimiz boğa tanrı ile ölümün yüce tanrıçası Ariadne, diğer bir deyişle Giritli Persephone evliydi. Tanrıça Ariadne'nin bir insan olan Theseus ile kaçıp gitmesi, onun bir eş olarak Zagreus'a ait oluşunun reddiydi ve bu iffetsizliği sonucunda cezalandırıldı.


d. Eleusis Gizemleri, bir kez daha.


Mısır için yıl, yaz gündönümünde başlıyordu -Nil'in yükselmeye başladığı dönem. Minoslular sıkı ticari ilişkilerde bulundukları Mısır gibi Sirius'un erkenden yükseldiği ayı esas alan ay takvimini kullandılar. Daha sonra Olympia, Delphi, Atina gibi Yunanistan'ın önemli bölgeleri de bu geleneği sürdürdü. Minos dönemi Girit'te Zeus'un -ya da bölgenin boğa yahut yılanı simgeleyen önemli tanrısının- doğduğu mağaradaki balın ışık hüzmeleri yaratması bir ritüele ilham olmuştu. Halk Knossos'ta labirentin sahibesinin şerefine dans etmekteydi. Tanrıça karnında kutsal bir çocuk taşıyordu. Bu motifi Eleusis gizemlerinin Trakya kolu Orpheusçu gizemlerden biliyoruz: Yeraltı dünyasının tanrıçası gizemli bir çocuk doğuracak ve kurtuluş, bu çocukta olacaktır. Eleusis ve Orpheus gizemlerinin aksine Minoslular bu ritüelleri halka açık gerçekleştiriyordu. Minoslu kadınlar şölenlerde göğüslerini tamamen açıkta bırakırlardı çünkü onlar boynuzlu bebeğin bakıcısı ve annesi idi. Bu düşünüldüğünde memelerini örtmeyen Bakkhaların mitin yeniden üretiminde oynadığı rol açıktır.


Mitin üç aşamasının ilkinde Minotaur yeraltı dünyasının labirentinde saf canavar formundadır. Daha sonra Zagreus, kaosun bütün bileşenlerini içinde barındıran olur. Üçüncü aşamada yeraltı-yeryüzü-gökyüzü birbirinden ayrılır ve Zagreus, en görünürde Zeus ve Dionysos ama aslında bütün tanrılar olarak panteona yayılır. Kozmos yeniden hakim olmuşsa da kozmosun içerisinde barındırdığı kaos elementi Dionysos'ta mevcuttur çünkü dengenin sağlanması, döngünün devamı için bir ikiye bölünmelidir. Bu üçüncü aşamada Ariadne'ye kaybettiği itibarı geri sağlanarak ışıltılı bir taç yardımıyla gökyüzüne yükseltilir, bazı versiyonlarda ise Ariadne ile Dionysos'un Naksos'taki kutsal evlilikleri gerçekleşir. Naksoslular Ariadne'nin iki formunu da tanıyorlardı. Mitosun bir versiyonunda Ariadne Theseus tarafından terk edilmenin üzüntüsü ile kendini asıyor, bir diğer versiyonunda Artemis tarafından öldürülüyordu. Bu Ariadne için kasvetli bir şölen yaptılar. Dionysos ile evlenerek mutluluğa kavuşan Ariadne için ise neşeli kutlamalar düzenlediler. 


Ne sevinçtir dağlardaki!

sırtında kutsal ceylan postu

uçarcasına koşarken şenlikçi

birden kopar alaydan, yere atar kendini

kana susamış, parçalar bir tekeyi,

çiğ çiğ yer etini.

Bakkhalar - Euripides


Rhea ve Demeter, Demeter ve Persephone anne tanrıça ve kızı -ikisi de aslında birdir- arketipinden başka bir şey değildi. Semele, Ariadne ve hatta Pasiphae ise tek bir tanrıçanın binbir elbisesi olarak mitoslarda hayat buldular. Öte yandan insanlaşmamış olsa da alt kademe bir tanrıça olan Pasiphae'nin boğa ile birleşerek Minotaur'u dünyaya getirmesi ile yeraltı tanrıçası Persephone'nin yılan ile birleşerek Zagreus'u dünyaya getirmesi, Zagreus ve Minotaur'un hem Dionysos hem de Zeus olduğunu düşününce bu mitin kendi içerisinde sonsuz parçaya bölünüp tekrar ve tekrar üretildiğini gösteriyor bize. Çılgınlık gibi, döngü boyunca baba dönüşümlü olarak boğa ve yılan biçimlerini alıyor. Dionysos'un kökenlerini anlamak, onun felsefesini anlamak için zorunludur. 


"Taurus Draconem genuit, et Taurum Draco." 

Boğa yılana, yılan da boğaya dönüştü. 



YARARLANDIĞIM ESERLER


Campbell, Joseph. İlkel Mitoloji Tanrının Maskeleri. çev. Kudret Emiroğlu. İstanbul: İmge Kitabevi, 1991.

Kerényi, Carl. Dionysos: Yok Edilmiş Yaşamın Arketip İmgesi. çev. Bahar Çetiner. İstanbul: Pinhan Yayıncılık, 2013.

Armstrong, Karen. Mitlerin Kısa Tarihi. çev. Dilek Şendil. İstanbul: Merkez Kitaplar Yayıncılık, 2013.

Hamilton, Edith. Mitologya. çev. Ülkü Tamer. İstanbul: Varlık Yayınları, 2016.

Euripides. Bakkhalar. çev. Güngör Dilmen. İstanbul: Mitos Boyut Yayınları. 2001.

Homeros. İlyada. çev. Azra Erhat - A. Kadir. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları. 2020.

Homeros. Odysseia. çev. Azra Erhat - A. Kadir. İstanbul: Can Yayınları. 2008.

Ovidius. Dönüşümler. çev. İsmet Zeki Eyüboğlu. İstanbul: Payel Yayınları. 1994.

Yorumlar